Belki de erkeklerin umarsız tavırlarından ya da ilgisizliklerinden gem vurmak yerine zekâlarından kuşku duymalıyız! Zira modern çağın psikolojik sorunlarından ‘sapık narsist’ sendromu, her geçen gün daha da sık çıkıyor karşımıza. Ne de olsa ilgiye aç olduğumuz ya da benliğimizin şu ya da bu şekilde başkalarının beğenisine göre şekillendiği bir çağdayız. Peki, kim bu sapık narsistler? Partnerlerini etkileyici iltifatlarla baştan çıkarıyorlar önce. Ardından karşısındakinin psikolojik bağışıklığını yok ederek, usta bir katilin izlediği stratejik yöntemi uyguluyorlar. Çekicilikleri ve tatlı dil ise maskeleri… Maskenin ardındaysa empatiden yoksun, tatmin olamayan, her an suçlamaya ve küçük görmeye yatkın bir karakter var. Başkalarına neşe katarken, sevgilisini kendi karanlığının içine hapsetmeye eğilimli. Sapık narsistlerin uyguladığı şiddet ise üç temel faktöre dayalı; baştan çıkarma, ruhen etkileme ve manipülasyon! Narsist sevgililerinin kurbanı olan kadınlar, modern çağın duygu manipülatörleriyle yaşadıkları psikolojik şiddeti Marie Claire’e tüm çıplaklığıyla anlattılar…
DEFNE 32 YAŞINDA (6 AY EVLİ KALDI)
Beni ince sözlerle yerip, özgüvenimi tamamen yok etmeye çalışıyordu.’ “Evliliğimin ilk yıllarında çok mutluydum. Adeta ışık saçıyordum. Senfoni orkestrasında keman çalıyor ve özel dersler veriyordum. ‘Keman çalarken beni mıknatıs gibi kendine çekiyorsun’ derdi eski eşim. Bu ve benzeri sözlerinin boş olduğunu birkaç yıl sonra fark ettim. Önce eski solfej defterlerimin gereksiz yer kapladığını söyleyerek yok etti. Haklı olabileceğini düşünerek fazla üzerinde durmadım. Müzik; beni ‘ben’ yapan, hayatımın en önemli noktalarından biriydi hâlbuki… Senfoni orkestrasında çalmak en büyük hayalimdi ve başarmıştım. Birkaç arkadaşımla özel bir orkestra kurma planlarımızın peşine düşmüştük artık. Eşim yeni şekillenen bu hayalimi desteklemek yerine üstü kapalı sözlerle beni aşağı çekmeye çalışıyordu mütemadiyen; ‘Unutma tanınmak için kendini daha da geliştirmelisin. Yalnızca yetenekli müzisyenler kendine yer bulur!’ Kısacası özel orkestra için yeterli olmadığımı ima ediyordu. Bir süre sonra komşuların keman gürültüsünden rahatsız olabileceklerini iddia etti. Ben çalışırken ya bulunduğum odanın kapısını kapatıyor ya da kulaklıklarını takıp bilgisayarın başına geçiyordu. Sesten rahatsız olabileceğini düşünürdüm. Oysa tek yaptığım onu inandırabilmek, belki de gözüne girebilmek için daha çok prova yaparak kendimi geliştirmeye çalışmaktı. Onun için! Evet; bu hataya düştüm gerçekten… ‘Başkaları da kendini senin kadar paralıyorlar mıdır acaba?’ türevi sözlerini duymamak ve asılan yüzünü görmemek için bir süre sonra çalışmayı kestim. Ne zaman sözlerinin beni incittiğini söylemeye kalksam şevkimi daha da kıran cümleler gelirdi; ‘Senin sorunun kapasitenin farkında olmaman. İyi bir müzisyensin ama gerçekleşmeyecek hayallerin peşinde koşuyorsun’ gibi… Onu seviyordum… Ancak hırslı olmanın, hayal kurmanın anlamsız bir çaba olduğuna inandırmıştı beni. Müzisyen arkadaşlarımın yanında beni çok ince sözlerle küçük düşürmesinin yanı sıra motivasyonumu kaybetmemi de kendi suçummuş gibi göstermeye çalışıyordu. Bu nedenle orkestrada ilk konser teklifimizi reddetmem sanırım gruptakileri hiç şaşırtmadı. Arkadaşlarımı yarı yolda bırakmıştım! Kendimi tamamen kapatmıştım çünkü. Öylesine umutsuzdum ki müzik hakkındaki tüm bilgimi borçlu olduğum eğitmenimle karşılaştığımda beni zar zor tanıdı. Halime acımış olacak ki özel olarak çalıştırmaya başladı yıllar sonra. Yeteneklerimin, yapabileceklerimin farkına varmamı sağladı. Gerçek aşkın bu olmadığını da gördüm. İşte o dönem Sinan’ın aslında kendine güvensiz olduğu için narsist yanını öne sürdüğünü ve sevgi nedir bilmediğini fark ettim. Boşanma kararını almamsa beni özgürleştirmekle kalmadı, kaybettiğim özgüvenimi yeniden bulmamı sağladı.”
‘Mütemadiyen ne kadar yetersiz olduğumu yüzüme vurmaya çalışıyordu.’ “Klasik hikâye… Önce beni hayatında tanıdığı ve onu bütünüyle kendine çeken en özel kadın olduğuma inandırdı. Günde onlarca mesaj atarak, saat başı arayarak, hoş sürprizler yaparak kendisine yeri doldurulamaz bir alan açtı. İlgi bombardımanı karşısında savunmasız kaldım; âşık olmuştum çünkü. Uzun süre jestleriyle beni şımartmıştı. Belki de bu yüzden varlığı kısa süre de bir ihtiyaç haline geldi. Öyle ki ayrı evlerde yaşamamıza rağmen tanışmamızın ilk aylarında haftanın her günü birlikte kalıyorduk. İş için şehir dışına çıktığımda beni özlediğini her fırsatta dile getiriyor, döndüğümde beni heyecanla karşılıyordu. İlişkimizin henüz başlarındayken ‘hayatımın kadınısın’ türünden büyük sözler sarf edebiliyordu kolayca… Üstelik bu beni hiç şaşırtmıyor aksine karşılık olarak ona daha da fazla sevgi veriyordum. Oysa yaklaşan tehlikeyi görememişim ne yazık ki. Derken sevgi dolu sözlerinin yerini mesafe aldı. Dengem bozulmuştu… Gideceği yerleri haber vermeden eve geç gelmeye başladı. Nerede olduğunu sorduğumda da; ‘Bir zahmet telefonuna bakarsan birkaç saat önce haber vermek için mesaj attığımı görebilirsin’ der ve beni kıskançlıkla suçlardı. Oysa gönderdiği mesajlarda genellikle ‘Geç geleceğim’ yazardı. İnsanın sevdiği birinin nerede, kiminle olduğunu bilmek istemesi kıskançlık mıdır? Ona; ‘gitme’ demezdim. Herkesin kendine ait zamanları olması gerektiğine inananlardanım çünkü… Sadece ‘bilgilendirmek’ önemli… Bu tarz konuşmaları daha sık yapar olmuştuk. Her defasında da sessizce kabullenip bir köşeye çekiliyordum. Sonradan öğrendim ki, benim de çağrıldığım arkadaş toplantılarına hep yalnız gitmiş. İlişkimiz süresince belirli aralıklarla çok değiştiğimi söyleyip durdu bana. Gerçekten öyle mi diyerek kendimi sorguladığım da oldu. İlişkiye emek sarf etmek adına kendimi git gide alçaltmaya başladım bilinçsizce. Hatta; ‘Değiştiğimi düşünüyorsan, her şeyi düzeltebilirim. Nedir seni rahatsız eden?’ diye bile sordum defalarca! Bu süreçte arkadaşlarımdan da uzaklaştım. Aileme olan sevgimi ise hor görüyordu. ‘Hâlâ anne kuzususun’ diyordu. Ona boş yere aileme değer verdiğimi ama kararlarımı her zaman kendim aldığımı anlatmaya çalışıyordum. Derken görünümümle ilgili eleştirileri geldi… ‘Kendine hiç bakmıyorsun’ ya da ‘Git biraz alışveriş yap’ gibi cümleler kuruyordu. Hoşuna gitmek pahasına kendi görüşlerimden, değerlerimden, zevklerimden ve prensiplerimden feragat ettim. O dönem beni küçük gören bir adamı yavaş yavaş kaybetmenin yıkımını yaşıyordum… Her şey bir gün ofiste panik atak geçirdiğimde son buldu. Onu terk etmem gerektiğinden emindim artık. Ayrılırken bana; ‘İşin zor, sen kimseyle yapamazsın’ dahi dedi. Öyle bir yanılıyordu ki… Artık güneşe kavuşmuş gibiyim. Kendimi yeniden buldum.”
HANDAN – 36 YAŞINDA (5 YIL EVLİ KALDI.)