Röportaj

Röportaj: İsmail Sertaç Yılmaz ile yaratıcı yayımcılık yolculuğu üzerine

Sahip olduğu multidisipliner üslubu ile yayıncılıkta fark yaratan İsmail Sertaç Yılmaz ile sanatçı kimliğinin yanı sıra The Poet House aracılığıyla sürdürdüğü yaratıcı yayımcılık yolcuğu üzerine konuştuk.

Seri üretim mantığından uzak, materyalist kaygılarından olabildiğince arındırılmış, ruhu olan işlere rastlamak günümüzde oldukça zor. Ancak İsmail Sertaç Yılmaz, yaptığı işlerle başka bir alternatifin de olduğunu gösteren isimler arasında.

Çizimleriyle, yayımladığı illüstratif şiir kitaplarıyla ve tablolarıyla dikkat çeken Yılmaz; kendi eserlerini yaratmasının yanı sıra kurucusu olduğu The Poest House‘da birçok yazar ve şair ile iş birliği yapıyor. Kimi zaman çizimleriyle kitaplara görsel bir kimlik kazandırırken kimi zaman ortaya çıkardığı tablolarla mekanlarda farklı bir ambiyans yaratıyor.

Sahip olduğu multidisipliner üslubu ile yayıncılıkta fark yaratan İsmail Sertaç Yılmaz ile sanatçı kimliğinin yanı sıra The Poet House aracılığıyla sürdürdüğü yaratıcı yayımcılık yolcuğu üzerine konuştuk.

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz, bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Şair ve çizerim. Mart 2019 yılında kurduğum small press The Poet House ile illüstrasyon odaklı yaratıcı yayımcılık yapıyorum.

Sanata olan yöneliminizi nasıl keşfettiniz ve bunu bir işe dönüştürme fikri nasıl gelişti?

Okuyan, düşünen, hayal kuran, âşık olan, yola çıkan biri en sonunda kendiyle karşılaşır. Benim karşılaştığım kişi şiir yazıyordu, resim çiziyordu. Kendimi böyle buldum; bir gün, bir gece yarısı oldu bu ve bunu hayatım boyunca sürdüreceğime ikna oldum. Bunun bir işe dönüştüğünün öyle hemen farkına varmıyorsunuz, cebinizde taşıdığınız azılı bir diş olarak kalıyor ve bir gün yaşama biçiminiz oluyor. Şiir yazmak ve çizmek de benim yaşama biçimim, hayatımın büyük trajik parçası. Bununla diniyor, böyle keyif alıyorum, böyle mutluyum, böyle sıkılıyorum, böyle bunalıyorum, böyle yalnız kalıyorum ve böyle boğuluyorum.

The Poet House’u kurma fikri nasıl ortaya çıktı?

Toronto’dan döndüğümde şiirimi ve çizimimi buluşturmaya karar vermiştim, orada gördüğüm small press dünyası, genç kuşak sanatçıların bağımsızlığı, bana ne olursa olsun bağımsız olmam gerektirdiğini düşündürdü. Biz özgür olmayı, bağımsız olmayı, yolumuza bakmayı pek düşünmüyoruz, biri bir şey desin, yol versin diye bekliyoruz, biri bizi onaylasın, biri bizim yanımızda olsun, birileri olsun hep, bizden bir adım önde ya da arkada, ben bundan vazgeçtim. Kimin ne düşündüğünü düşünmeden gittim şair evini kurdum. The Poet House 2019’un mart ayında kuruldu, ilk eseri haziran ayında çıktı ve o günden bugüne ayda iki slow book üretiyorum. Kendime üç slow book yapmışım, isimleri Ölü Berber, Hayalet Hakları ve Milk Bar. Evde olmaktan mutluyum, eve girenlerin de mutlu olduğu bir şair evini yürütmeyi seviyorum.

Alanında fark yaratan bir iş yapıyorsunuz, peki yaptığınız bu işlere karşı nasıl bir tepki alıyorsunuz? Yoğun bir talep var mı, yoksa zaten belirli bir kitleye ulaşmak istediğinizden daha niş bir kesime mi hitap etmeyi amaçlıyorsunuz?

The Poet House ile tanışmış her kesimden çok güzel dönüşler alıyorum. Benim çizimlerimle şiirlerini ortaya çıkarmak isteyen çok insan oluyor. Usta bir şair veya yazarın yanında, kenarda uzun süre beklemiş kimseler de şiirleri ya da öyküleri için The Poet House’un kapısını çalıyor. Cesur tavrımın, açık iletişimimin, sanatımın ve slow book’ları sunuşumun bu beklemiş dostlarıma güç verdiğimi söylüyorlar. Ben The Poet House ile eve sadece kazasız döneceğim, mutlu olacağım şeyleri yapıyorum.

Resimlerim de ürettiğim slow book’lar kadar ilgi görüyor, çok özel insanlara ulaşıyorum. Birilerinin evinin, ofisinin duvarında olmak bana güç veriyor; çoğaldığımı hissediyorum.

“Small press” ve “slow book” kavramlarına gelelim. Bu, yaptığınız işe karşı duruşunuz hakkında bize ipuçları veriyor. Ancak bu denli hızlı bir tüketimin olduğu bir yerde The Poet House sürdürülebilirliğini nasıl sağlayabiliyor?

Small Press bizim ülkemizde yaygın değil, The Poet House tarzı bir yayımcılık yok hatta, ilki benim üretimlerim. Butik yayıncılık gibi düşünülüyor, öyle değil. Türkçesi yok bu işin, kültürümüzde küçük, butik gibi sözcükler işin ölçeğini gösteriyor, small press ise ekonomik ölçeğinden bağımsız bir anlayış, böyle dersem doğru. Benden sonra etrafımda gördüğüm birkaç small press girişimi daha oldu ama benim yaptığım tarzda değil, onlar butik yayıncılık çizgisinde işler ürettiler. Açıkçası small press, gerçek bir small press kültürüne girip çıkmadan gerçekleştirilmesi zor bir eylem, ben Toronto’da kaldığım sene içerisinde bu felsefeyi edinebildiğim için şanslıyım.

Slow book benim uydurduğum bir isim, bu ismi verdim ürettiğim kitaplara. Ürettiğim eserlerin içine girerek onları resimliyorum. Resimlerim metinlerin gösterdiği, betimlediği şeyler değil, duyduğum ve hissettiğim şeylerle ortaya çıkıyor. Bu da şiir, öykü ya da sözcükler organizmasının canlılığını koruyor. Tek bir sözcükle bile kitap çıkarabileceğimize inanıyorum. Okurlara, kısa bir şiirin içinde resimlerimde yavaş yavaş gezinmelerini, yirmi dört sayfalık bir slow poetry book’un içinde bir süre daha kalmalarını teklif ediyorum. Böylelikle ortaya çıkan eserlerin üretiminin yavaşlılığından, sınırlı sayıda oluşundan bağımsız, okuma eylemine sızarak tüketimlerini yavaşlatmaya çalışıyorum ve hatta okurlara onlara yeniden dönmeye davet ediyorum. 

Her ne kadar hızlı tüketim sevdalısı olarak görünsek de insan yavaşlamayı, ona zaman ayrılmasını çok seviyor ve The Poet House ile bunu hissedebildikleri için mutlulular, bu duyguyla birleşerek yolu sürmeye devam ediyoruz.

Hangi kitap için nasıl bir görsel çalışacağınızı nasıl belirliyorsunuz?

Her kitabın kendi duygusu, karakteri ve rengi oluyor. İçerisi siyah beyaz olabilir ama okuduğum şeyin rengi, duygusu ve karakteri onu ancak çok defa okuduktan sonra bana geçiyor. İşte o zaman metnin bana söylediklerini, hissettirdiğini çiziyorum. Bu bazen daha kısa sürüyor ama bir kitabın yaratım süreci ortalama bir ayımı alıyor.

Tablolarınız da fazlasıyla ilgi çekici. Peki bu tabloları kişiye özel üretim şeklinde mi hazırlıyorsunuz, yoksa olan tasarımları isteyen alıcıyla mı buluşturuyorsunuz?

Teşekkür ederim. Öncelikle bir şair olarak toplumdan başka olarak görünmemize, şair deyince insanın aklına gelen imgeye, günümüz şiirine ve şairine uzak olan topluma eleştiri getirdiğim eserler üretiyorum. Şiir ve şair sözcüğünü hayatımızın için katmaya çalışıyorum çünkü bunun farkında değiliz. Şiir sevmiyorum cümlesini kaç kez duyduğumu bilmiyorum, şairim dediğimizde karşılaştığımız anlamsız bakışları artık saymıyorum. Şiirden kopuk olmamız, şairi başka bir şey sanmamız bana tuhaf geliyor.

Poet ve poetry sözcüklerinin geçtiği sloganlar yaratıyorum, şiirden ve şairden bu kadar uzak olmamıza rağmen söylediklerim dikkat çekiyor. Mesela, uzun mor saçlı, kırmızı ceketli bir insanın arkasına “back to the poetry” yazıyorum. Aslında hayat geriye dönmemize izin vermez ama geriye dönme arzusu bir şair duygusudur, bunu insan fark etmiyor, kim ki geriye döndüğünü hayal ederse, gördükleri şiirdir. Kısacası tablolarımda öncelikli olarak bağımsız kalmaya, anlatmak istediğimi anlatmaya odaklıyım.

Öte yandan, özel çizimler de yapıyorum, bazen kişinin kendi sloganı oluyor, mekânın bir ruhu oluyor, bir hikâye anlatılıyor ve buna göre yine kendi çizgimde özel bir iş çıkarıyorum.

Belirli dönemlerde bazı mekân iş birliklerinizin olduğunu da görüyoruz. Set Up Kabataş ve Lucca bizim gördüklerimiz. Peki işin bu kısmında neler oluyor ve bu projelerden nasıl dönüşler alıyorsunuz?

Setup Kabataş’ı çok seviyorum, Haydar Akdağ küratörlüğünde “Use Poetry” isimli solo sergim orada bir senedir devam ediyor. Satılan tabloların yerine yavaş yavaş yenilerini ekliyoruz. Yine, Lucca’nın çok değerli davetiyle şairane bir dört hafta geçirdik, seçtikleri dört tablomla tasarlanmış dört salı gecesi, harika bir menü ve kokteyller eşliğinde sunuldu, çok kıymetli davetliler vardı.

Bu iş birliklerim yanı sıra Ekavart Gallery, Alaçatı Art-Z Gallery’de de ikişer tablom sergilendi.  Yaz güzel geçiyor, hepsinden çok güzel dönüşler aldım, alıyorum. 

Yeni bir haber daha vereyim, Candle + Friends ile bir iş birliğimiz oldu, bir artsy serisi yaptık. Çok yakında Candle + Friends’in kokulu mumları, tasarladığım minimal resimlerle beraber markanın sevenleriyle buluşacak ve bununla birlikte koleksiyonluk bir koku art book’u sunacağız. Resim ve şiir önüme hep ışık yakıyor, güzel insanlarla tanışmaya devam ediyorum.

Peki hedeflediğiniz kitleye ulaşabildiğinizi düşünüyor musunuz ve gelecek için ne gibi planlarınız var?

Bugüne kadar okurlar, sanatseverler, sanatçılar ve iş dünyasından, medyadan oluşan çok güzel bir koleksiyoner kitlem var. Hepsi bana tek tek güç veriyor elbette, yine de motivasyonum bir hedef kitleden ziyade söyleyebileceklerimi ne kadar söylüyorum, bunun üstüne kurulu. Bu anlayışımın beni her zaman güzel insanlarla buluşturacağına inanıyorum. Gelecek konusuna gelince, uzun zaman üstüne çalıştığım Jane isimli şiir kitabım 160. Kilometre Yayınları’ndan yeni çıktı. Bunun dışında, yaratıcı süreçlerim ve planlarım hep değişiyor, orada öyle sabit durmuyor. Dilerim, The Poet House ve ürettiğim eserler mutlu olduğum şekilde büyüsün, yol alsın, bir yerlere varsın, biz yine neler oldu diye konuşalım.