Dünyanın en değerli ve soylu metali, kıskanılan bir nesne, zenginlik ve ihtişamın simgesi; zarafet ve inceliğin bir işareti… Altın iplik.

Altının gizemli ve etkileyici kökenlerini ve tekstil sanatlarıyla birleşimini keşfetmek için Quai Branly Jacques Chirac müzesinin yolunu tuttum. Yaklaşık 7000 yıl önce keşfedilen altın, antik çağlardan bu yana insanlığı durmaksızın büyülemeye devam ediyor. Takı, süs eşyası ve silah yapımında ustalık, deneyim ve geleneğin malzemesi olarak kullanılan bu değerli element, hızla kutsallık ve ölümsüzlükle ilişkilendirilmiş.
Son bilimsel keşiflerle, aslında altının uzaydan geldiğini, iki nötron yıldızının çarpışmasıyla oluştuğu ve mikroskobik parçacıklar halinde evrene yayıldığı düşünülüyor. Bu parçacıkların gezegenimizin oluşumunu takip eden on milyonlarca yıl boyunca Dünya’ya meteorlar aracılığı ile ulaşabileceğini bu da altının 4 milyar yıldan daha eski olabileceğini gösteriyor.
Altın, başlangıçta güçlü erkekler için lüks kumaşları süslemek amacıyla M.Ö. beşinci binyıl kadar erken bir dönemde kullanılmaya başlanıyor. Bunu izleyen yüzyıllar boyunca yetenekli dokumacılar ve zanaatkarlar (Romalılar, Bizanslılar, Çinliler, Persler ve ardından Müslümanlar) ipek ya da keten liflerinin altın iplik ve şeritlerle iç içe geçtiği gerçek bir sanat eseri kumaşlar yaratmak için en yaratıcı teknikleri kullanmışlar.
İlk süslemenin ölülerin giysilerine dikilmesinden, sergi boyunca hayranlıkla izlediğim çağdaş Çinli sanatçı Guo Pei’nin göz alıcı elbiselerine; Hint ve Endonezya dünyalarının altınla dokunmuş ipliklerine, Edo (günümüzde Tokyo) döneminin ışıltılı kimonolarına kadar gördüklerim tekstil sanatlarında altının kadim tarihine muazzam bir yolculuğu gözler önüne seriyordu. Sergi, bilimsel keşiflerle sanatsal bakış açılarını bir araya getiren bir disiplin içinde büyüleyici güzelliği, çeşitliliği, zenginliği ve giysilerin teknik doğasını ortaya koyuyordu.


Guo Pei İlkbahar-Yaz 2017
Couture Koleksiyonu: LegendsGuo Pei
Guo Pei İlkbahar-Yaz 2017
Couture Koleksiyonu: LegendsElbise: İsviçre’den ithal edilmiş metalik iplikli kumaş, altın iplik nakışları, elle dikilmiş metal plaka süslemeleri, Swarovski kristalleri, stras taşlar.
Başlık: Bakır, reçine, kristaller
Pekin (Beijing), ÇinLegends Koleksiyonu, Guo Pei’nin İsviçre, Saint-Gall şehrine yaptığı bir yolculuk sırasında doğmuştur. Guo Pei orada Jakob Schlaepfer tekstil fabrikasını ve Saint-Gall manastırını ziyaret etmiştir. Kilisenin nef ve koro kısmının tonozlarında, binanın ışıltısıyla iç içe geçmiş göksel resimler keşfetmiştir; bu resimlerin rüyaları andıran bir parıltı yaymakta olduğu söylenir. Havaalanına giden yolda Guo Pei, Jakob Schlaepfer fabrikasının sanat direktörü Martin Leuthold’a yeni koleksiyon vizyonunu heyecanla anlatmıştır. Ona hayal ettiği kumaş türünü tarif etmiş ve Leuthold ona bu hayale hayat verebileceğini garanti etmiştir. Hiç tereddüt etmeden Guo Pei, “güneş ışığı kadar parlak” bir kumaş arzusunu dile getirmiştir. Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca Martin Leuthold, Guo Pei için metalik iplikler ve ipekten oluşan, metre başına 890 gram ağırlığında, özellikle göz alıcı bir parlaklığa sahip eşsiz kumaşlardan oluşan bir dizi üretmiştir.
İçindekiler
Işığın Sanatı: Altın Kadar Parlak, Gelenek Kadar Sağlam, Sanat Kadar İncelikli
Sergi insanlık tarihinin yalnızca en değerli metallerinden biriyle değil, aynı zamanda onunla örülmüş anlamlarla da dolu. Sarayların, tapınakların ve törenlerin vazgeçilmezi olan bu parlak tel, kimi zaman bir hükümdarın kudretini, kimi zaman bir inancın kutsiyetini, kimi zaman da bir zanaatkarın eşsiz ustalığını temsil ediyor. Sergi, 13. ve 14. yüzyıllarda Moğol İmparatorluğu’nun merkezinde yer alan altın iplikli kumaşlar ile açılıyor. Bu dönemde saray için üretilen bu özel dokumalar yalnızca estetik bir beğeninin değil, güç ve bağlılık arasındaki ilişkiyi somutlaştıran sembolik bir armağan olarak aynı zamanda politik bir yapıyı da anlatıyor. Bu değerli kumaşlar, İpek Yolu boyunca ticaretin ve diplomatik temasların etkisiyle Batı’ya ulaşıyor. Çin’de nasji, Arap coğrafyasında aynı isimle anılan ve Avrupa’da panni tartarici olarak bilinen bu kumaşlar, Endülüs saraylarından Bizans’a, oradan da gotik katedrallerin karanlık koridorlarına kadar kendine yer ediniyor. Moğol, Timurlu, Safavi ve Osmanlı saraylarına ait kumaşlar bu coğrafyalarda altın ipliğin nasıl işlendiğini, nasıl giyildiğini ve nasıl anlamlar taşıdığını ortaya koyuyor. Dönemin toplumsal yapısını, inanç sistemlerini ve güç ilişkilerini gösteriyor.


İmparatorluğun Nakışı
Altının yolculuğunu takip ederken kendi doğduğum coğrafyayı anlatan bölüme geldim. Osmanlı tekstil mirasının parıltı tarihi ile karşı karşıyaydım. Saray çadırlarından dini tören giysilerine ve diplomatik armağanlara uzanan bu miras, uygarlığın estetik anlayışını ve zanaatkarlık bilgisini gözler önüne seriyordu. Bu yalnızca zenginliğin ve kudretin değil, aynı zamanda ruhaniyetin ve sanatkarlığın da önemine bir pencere açıyordu. 16. Yüzyıldan itibaren bu değerli iplikler, yalnızca padişahların giysilerini değil, aynı zamanda kutsal alanları da süslüyor. Başlangıçta erkek egemen olan nakışçılık sanatı zamanla saraylı kadınların ellerinde zarafetle yeniden şekillenmiş, özellikle çeyiz hazırlıkları ve iç mekan dekorasyonlarında kadın nakışçılar büyük rol üstlenmiştir. Sadece kumaşın yüzeyine değil aynı zamanda imparatorluk kimliğinin dokusuna işlemiş bir hikayeye dönüşmüş. Osmanlı nakkaşları ipliğin ışığına tarihin izlerini işlemişti.


Couture’un Sessiz Pırıltısı
Serginin final bölümü Fransız haute couture dünyasının vazgeçilmez bir yapıtaşı olan Maison Lesage’a adanmış. Gördüklerim teknik ustalığın yanında zamansız bir zarafeti ve kültürel zenginliği de temsil ediyor.
1924 yılında kurulan ve 2002’de Chanel’in Metiers d’Art bünyesine katılan Maison Lesage, Fransız nakış geleneğinin en rafine temsilcisi. Her bir dikiş, her bir altın tel, tarihsel, kültürel ve estetik bir bağlamın parcası. Chanel 1996 ilkbahar-Yaz haute couture elbisesi çok görkemliydi. Tül ve organze üzerine altın jaseronlar (metal aplike malzemesi), payetler ve cannetille (süsleme malzemesi) işlenmiş bir başyapıttı. Bu elbise 1.200 saatlik bir el işçiliğiyle yapılmış. Sabrı, detaycılığı ve yüksek estetik algısının en güzel örneği. Altın ipliğin ipekle, tülle ve organzeyle nasıl bütünleştiğini, geleneksel tekniklerin nasıl modern çizgilerle harmanlandığını en güzel örnekler ile gösteriyor. Maison Lesage’ın iğneyle işlediği her motif, altın telin ötesinde bir anlam taşıyor; sabır, ustalık, zarafet ve anlatı gücü. Yalnızca tarihi bir zanaati görünür kılmayı değil, aynı zamanda altın ipliğin bir bağ olarak işlevini bize düşündürüyor.

John GALLIANO
Christian DIOR için
Haute Couture İlkbahar-Yaz 2004John GALLIANO
Christian DIOR içinHaute Couture İlkbahar-Yaz 2004
Altınla işlenmiş ceket ve etek: Rhodoid plakalarla yapılmış geometrik mozaikler, yakası bok böceği kanatları desenleri ve pullu pullarla işlenmiştir. 2003 yılında Mısır’a yaptığı seyahatin ardından, John Galliano İlkbahar-Yaz 2004 koleksiyonunun modellerini tasarlar. Firavunlara ve onların taptığı tanrılara hayat veren bir koleksiyondur. Altının her yerde olduğu bu koleksiyon, ışık efektlerinin patlamasına dönüşür.
Yüzyıllar boyunca kültürleri, inançları, sarayları ve bireyleri birbirine bağlayan bu iplik, şimdi de geçmiş ile bugün arasında kendimize ait bir iplik keşfetmemizi ve bu ipliği kendi hafızamıza, kimliğimize dolayarak kişisel kutsallık kavramını bizlere sorgulatıyor.
Kapak/Fotoğraflar: @hakanbahar0
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Charles Frederick Worth: Haute couture’ün mucidi