Celine Song’un ikinci filmi, romantik komedi türünü bugünün ekonomik ve duygusal gerçekliğini hesaba katarak kurgulaştırıyor.
(Bu yazıyı yayınlamakta geciktiğim gibi) Filme geç kaldım. Tam anlamıyla fiziksel olarak değil. Koltuğa 5 dakika geç oturdum ama ruhen hala bir yerlere mail atıyordum, ondan bahsediyorum. Toplantıdan çıkıp koşa koşa geldiğim o arada, “Bu da işimin bir parçası sayılır” diyerek kendimi ikna ettiğim, merak ettiğim bir filmin ön gösterimindeyim: Materialists. Konuyu film hakkında düşüncelerime getireceğim ama önce bu paragrafı şununla bitirmem gerekli: bazen kültür-sanat içeriği üretirken üretimin kendisine vakit ayırmak giderek lüks haline geliyor.

İçindekiler
“Aşk evliliği” vs. “Mantık evliliği” Gibi İkilikler
Film yüzeyde basit gibi: Lucy adlı bir kadının, iki erkek arasında kalırken aşkı ve ekonomik güvenliği tarttığı bir hikaye. Ama asıl derinliği, bu tercihlerin neye göre yapıldığıyla ilgili.
Bir tık derine gireyim: Biri sana “materyalist” dese alınır mısın mesela? Ekonomik kaygılarını aşkından ayıramadığında, tercihlerin istikrarla romantizm arasında bir yerde sıkıştığında, sistemle flörtleştiğinde… Film öyle bir yerden sesleniyor diye düşünüyorum. Hem içinde olduğumuz oyunu teşhir ediyor, hem de oyunbozanlık yapmadan kendi karakterlerine alan tanıyor.
Dakota Johnson’ın canlandırdığı Lucy, New York’ta bir “matchmaker”— kendisi, aşkı rasyonel algoritmalarla çözülebilecek bir sistem gibi gören, duygusal olduğu kadar analitik bir kadın. Bir yanda finansal olarak “ideal” olan Harry (Pedro Pascal), diğer yanda daha düzensiz ama Lucy’nin duygusal dünyasında bir “yankı” bulabilen John (Chris Evans) var.

Kurguda soru şu: E, Lucy kiminle olacak? Pedro Pascal’ın oynadığı, zengin, estetik kaygıları yüksek ama içi de “boş” olmayan bir adamla mı? Yoksa Chris Evans’ın canlandırdığı, daha naif ama ekonomik olarak “riskli” eski sevgili mi? Film bu iki erkek karakter üzerinden bir şeyleri sınıflandırıyor gibi görünse de, asıl ilgilendiği şey formüllerin kırıldığı anlar gibi.
Spoiler vermeden şöyle söyleyeyim: Lucy bir “eş” tercihi yapmaya çalışırken film de onun iç sesleri, hesapları, dönüşümleri üzerinden aşkın bir tek duygu dünyasıyla ilişiği olmadığını, ekonomik ve sosyal bir yapı olduğunu da gösteriyor. Bunu birazdan detaylandıracağım ama tüm bu parametrelerin ortasında asıl mesele şu sorunun kendisi gibi: Aşk, “mantık” ve “duygular” arasında gidip gelinen bir tercih midir yoksa birlikte sistemin içinde oyun oynamak mümkün müdür?
“Doğru adam” Yoktur, Sistemin Gerçekliği Vardır
Materialists, Jane Austen anlatılarını sevgiyle ödünç alıyor ama sonunda ona nazikçe ihanet ediyor. Saygısızlık olarak görmeyelim de, mirası kendi ideallerin için kullanmak gibi diyelim. Çünkü bu filmin anlatısında kimse doğru adamla evlenip sistemin sunduğu ödülleri toplamıyor. Ne “doğru adam” arketipleri kurtuluşu simgeliyor, ne de kendini yok edecek kadar çok çalışıp “girl boss” olmak.

Örneğin, burada kibirli Mr. Darcy’nin büyük evini görünce ondan etkilenmiyoruz. Aksine, Harry’nin varlık durumunu hemen öğreniyoruz ve hesap-kitabımız buna göre şekillenebiliyor. Ve “Bu kriter bana yeter,” deyip dememe kararı Lucy’e kalabiliyor. Benzer bir durum, John için de geçerli: o, Lucy’nin geçmişinde toksik duygusal ağlarla bağlantılı değil, yalnızca ekonomik anlamda kendisinin Lucy’e yetmeyeceği gerçeği sık sık işleniyor.
Bundan dolayı şöyle yorumluyorum ben de: Bu anlatıda romantik ilişkilenmeler, bir çıkış yolu görevi görmüyor; bazen sadece sistemin içinde nefes alabileceğin bir pencere olduğu düşüncesini hissettiriyor. En azından ben böyle yorumladım. Ve film, bu pencereyi açarken ikilikler arasında sıkışmış bir “tercih” illüzyonu değil, oyun alanı sunuyor.
Ekonomik simülasyonun içindeki tek gerçeklik, birinin yüzüne bakıp “Birlikte oynayalım mı?” dediğini hissediyorum yönetmen Celine Song’un. Ve bu—metni tekrar okuduğumda abartmış olduğunu fark etsem de—kendi küçük dünyamda Jane Austen’ın hikayelerine kuir bir güncellemeymiş gibi hissettiriyor: aşk hala bir ihtimal ama artık sınıfsal terbiye değil, duygusal deneysellik üzerinden kuruluyor. En azından, “aşk”ın bu vaadinin peşinde olduğumuzu sembolik düzenimize yerleştiriyoruz.
Geç Kapitalizm Günlerinde Aşk
Velhasılkelam, Materialists, bugünün ekonomik, duygusal ve toplumsal gerçekliğini romantik komedi çatısı altında yeniden kurarken hiçbir şeyi maskelemiyor. Hatta bana kalırsa, birçok eleştirmenin “yetersiz” veya “sığ kalmış” diyerek yorumladığı cinsel taciz meselesi, “geçip gidilecek” bir olay olarak örülmüyor. Hikayede uzun uzun kalmıyor belki ama etkisini karakterlerin davranışlarında, ilişkilerinde, hatta kendi kendilerine verdikleri tepkilerde izliyoruz. Çünkü bu tarz kırılmalar—gerçek hayatta da olduğu gibi—sanki bir anlatının merkezine yerleşmese bile her yere sızıyor. Film bunu çok net ve örtüsüz şekilde yapıyor.
Bu oyunda karakterler duygularıyla olduğu kadar pozisyonlarıyla da açıkta kalıyor. Diyaloglar, mutlak cevaplardan çok düşünceye yer bırakıyor; film, mutlak doğrular ya da büyük tercihler sunmak yerine, çelişkileri konuşmaya alan açıyor.
Ve finalde: Lucy’nin büyük terfiyi kabul edip etmediğini bilmiyoruz. Seçtiği kişiyle imzayı atıyorlar mı, attılarsa ondan sonra birlikte mi kalıyorlar, o da belirsiz. Çünkü burada mesele “mutlu son” değil—birlikte yaşamaya çalışmanın, birlikte bir oyunda varolmanın olasılığı. Kapitalizmin son evresinde, belki de sözleşmelerimizi yeniden düşünmenin zamanı. En azından film bana bunu düşündürdü. Ve bu yüzden “gerçek” geldi.

Kapak / Fotoğraflar: TME Films @tmefilmleri / PPR Medya ve İletişim @ppriletisim
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Yaza Eşlik Edecek Kitaplar