Büyük couturier Azzedine Alaia’nın Paris’te yaşayıp çalıştığı 18 rue de la Verrerie adresinden içeri girdiğimde hayatı moda, sanat, tasarım, mimarlık, müzik ve tiyatro ile iç içe geçmiş bu çok yönlü yaratıcının zarif çizgileri, milimetrik kalıpları ve zamanın ötesindeki bakışının sadece kıyafetlere değil, yaşadığı bu alana sinmesi Alaia’nın yaşam felsefesini gösteriyordu.Alaia sadece giyimi değil, yaşam biçimini de bir sanat eseri gibi tasarladı. Kendi ifadesiyle “Moda geçer ama stil kalır” diyordu. Ve bu kalıcılığı sağlayan şey, tutku ve emeğin birleştiği özenli bir üretim anlayışıydı.
Azzedine Alaia Vakfı, Alaia’nın hayatı boyunca ürettiği tüm eserleri, arşivleri ve onun gibi yaratıcı zihinlerin koleksiyonlarını korumak belgelenmesini sağlamak ve dünyayla paylaşmak amacı ile kurulmuş. Alaia’nın tutkuyla topladığı moda tarihi, fotoğraf, sanat ve tasarım eserlerini de barındıran bu miras bir ilham kaynağı olarak bu vakıfta konumlanıyor. Vakıf, Paris’in kalbinde bir galeri değil aynı zamanda bir yaşam alanı. Alaia’nın atölyesi, sergi salonları ve mimarisi bizzat onun eliyle şekillenmiş. Alaia’nın gündelik hayatına tanıklık eder gibi gezdiğim bu yaşayan hafıza merkezi bir ilham kaynağı ve bir gelecek vizyonunu yaşatıyordu. Alaia’nın kırk yıllık dostu ve yayınevi kurucusu Carla Sozzani ile birlikte kurdukları bu vakıf moda tarihine saygı duyarak geleceği şekillendiriyor.
Azzedine Alaia & Thierry Mugler: Moda Bir Diyalogtur
Moda tarihinde kimi karşılaşmalar sadece dönemin estetik anlayışına değil, zamanın ötesine uzanan güçlü bağlara da işaret ediyor. Azzedine Alaia ve Thierry Mugler’in dostluğu ve işbirliği yalnızca 1980’lerin modasına yön vermekle kalmamış aynı zamanda zarafetin ve gösterişin, ölçülülüğün ve abartının ustaca iç içe geçebileceğini kanıtlamış. Bu iki vizyonerin sanat yolculuklarına derinlikli bir bakış sunduğu bu sergi, ve kurdukları bu bağ sadece mesleki değil kişisel anlamda da sarsılmaz bir kardeşliği gösteriyor.
Alaia’nın Paris’e adım attığı 1956’dan itibaren kadın bedeni ile kurduğu duygusal ve teknik bağ, onu kumaşla adeta heykel yapan bir terziye dönüştürmüş. Ustalığı ve teknik becerisi yalnızca dönemin zarif kadınları tarafından değil, aynı zamanda moda tasarımcıları, couturier’ler tarafından büyük saygı görmüş. Mugler ise moda sahnesine teatraliteyi, enerjiyi ve bir tür sinematik gösteriyi taşıyan, yüksek dramatik dozlarla çalışan bir vizyonerdir. İlk karşılaşmaları 1979 yılında Mugler’in Alaia’dan defilesi için smokinleri tasarlamasını istemesiyle başlar ve bir dostluğa dönüşür.
1980’ler boyunca her iki tasarımcı da dönemin kadın imgesini yeniden şekillendirdi. Mugler’in büyüleyici siluetleri, Alaia’nın kusursuz terziliğiyle buluştuğunda ortaya çıkan etki yalnızca estetik değil, aynı zamanda ideolojik bir duruşa da dönüştü. 1930’lar ve 1950’lerin feminenliğini çağdaş bedenle yeniden kuran bu yaklaşımda, Mugler’in gösterişli şovları Alaia’nın sessiz zarafetiyle dengelendi. Hollywood’un altın çağıyla büyülenen Mugler’in devasa omuzları ve heykelsi formları, Alaia’nın bedeni saran, adeta ikinci bir ten gibi çalışan elbiseleriyle karşılıklı bir diyalog kurdu.
Sergi bu diyaloğu yalnızca kıyafetler aracılığıyla değil aynı zamanda bu iki sanatçının birbirlerine duydukları hayranlık, sadakat ve desteği de hissettiriyor. Alaia’nın arşivinde koruduğu 200’den fazla Thierry Mugler parçasından yaklaşık 40’ı sergide sunuluyor. Bu iki sanatçının birlikteliği yalnızca estetik bir etki değil, aynı zamanda duygusal bir metin yaratıyor; iki farklı elin, ortak bir dille kurduğu bir anlatı. Bu sergi, onların ortak mirasını yaşatmakla kalmıyor; modanın yalnızca kıyafetlerden ibaret olmadığını, dostlukla, dayanışmayla ve ortak bir ruha sahip çıkmakla da ilgili olduğunu hatırlatıyor.
“Biz sadece kıyafet dikmiyorduk; aynı zamanda kadınların dünyadaki yerini şekillendiriyorduk.” —Thierry Mugler
1980’li yıllar moda tarihinde “güçlü kadın” imgesiyle anılır. Alaia ve Mugler bu dönemin en etkili figürlerinden ikisidir. Ancak bu gücü tanımlayışları farklıydı. Alaia’nın kadınları içten gelen bir özgüvenle güçlenirken, Mugler’in kadınları dış dünyaya meydan okuyan zırhlar giyiyordu. Mugler’in 1980’lerde mimari ve anatomik kesimler ile yenilik sunuyorken; aynı yıl Alaia’nın koleksiyonunda yer alan ince jarse elbiseler, bedeni bir tapınak gibi kutsuyordu. Biri dıştan gelen tehdide karsı kadını koruyor, diğeri onu içten güçlendiriyordu.
“Dans bana beden dili ,omuzların önemi, başını nasıl tutacağın, nasıl yürüyeceğin ve bacaklarını nasıl konumlandıracağın hakkında çok şey öğretti; bu hisler bana hem işlevsel hem de rafine bir stil yaratmamda yardımcı oldu. Moda, günlük kişisel bir performans gibidir. Daha fazlası ve daha fazlası da yetmiyor… Ben her zaman bir hissi bir duyguyu iletmeye çalışıyorum. Her zaman hikayeler anlatıyorum. Erkeklerin ve kadınların hikayeleri; kadın ya da erkek casuslar, azizeler, kahramanlar, genç Parisli kızlar ya da sekreterler… Kadınların ve erkeklerin kendi maceralarında giyecekleri kıyafetleri yaratıyorum. Kahramanlar hayal ediyorum ve onları yönlendiriyorum.” —Thierry Mugler
Gösteri Ve Denge: Bu Gösteri Kimin İçin?
1984 yılında Mugler’in Paris Zenith stadyumunda gerçekleştirdiği 10. Yıl defilesi 6000 kişilik dev gösteri moda tarihinde bir dönüm noktasıydı. Antik tanrıçalardan uzay çağının kraliçelerine, sibernatik fantazilerden erotik azizelere kadar uzanan çok katmanlı bir hikaye sundu. Model Pat Clevland’ın “Madonna” rolüyle altı aylık hamile olarak sahneye tepeden yavaşça inmesi izleyicilerin ağzını açık bırakarak Mugler’in sadece giysi değil bir ikonografi inşa ettiğini gösteriyordu. Mugler modayı sadece bir endüstri değil aynı zamanda bir sahne sanatı haline getiriyordu. Aynı yıllarda Alaia da kendi evinde butik defilelerle zarafetin doruğuna ulaşıyordu. Alaia’nın ev defileri 1980’lerin sonunda Paris’te büyüyen “fashion spectacle” (görkemli moda gösterisi) kültürüne doğrudan bir karşı duruştu. Alaia kendi dairesinin avlusunda sessizce giysilerini tanıttı. Bu tavır, onun modayı bir sanat formu ve aynı zamanda samimi bir zanaat olarak görmesinden kaynaklanıyordu. Yine bu yüzden Alaia moda takvimine uymayı reddeden ilk büyük tasarımcıdır. Sezon takıntısına değil, hazır olma anına inandı. Bu yaklaşım 2010’lu yıllarda see-now-buy-now veya slow fashion gibi kavramlar tartışılırken Alaia’nın yıllar öncesinden bu felsefeyi yaşattığını gösteriyor.
Azzedine Alaia’nın evinde yaptığı butik defileler moda dünyasına sade bir soruyu hatırlattı:
“Bu gösteri kimin için?” Alaia’ya göre cevap belliydi: Beden için, kumaş için ve onları giyen kadın için. Bu yüzden onun defileleri hiçbir zaman modası geçmeyecek bir şeye dönüştü; sessiz ama yankısı büyük bir zarafete.
“Moda Günlük Hayattaki Kişisel Performanstır” —Thierry Mugler
Sergide gördüğüm 40 Thierry Mugler parçası Alaia’nın kendi arşiviyle diyaloğa girerek moda tarihindeki en özel arkadaşlıklardan birine tanıklık etmemizi sağlıyor. Yan yana duran siluetler Mugler’in bir vinil (parlak ve plastik benzeri bir görünüm) korsesi ile Alaia’nın el yapımı streç elbisesinin yanında yer alıyordu.
Alaia ve Mugler’in hikayesi modanın sadece tasarım değil, duygularla, destekle, inatla ve en önemlisi tutkuyla yapıldığını bana bir daha hatırlattı. Farklı yolları benzer kadınlar için yürüyen bu iki yaratıcının yarattığı kadın sadece giyinmedi, dönüştü, direndi ve sahne aldı.
Aslında bu sergi bana şu soruyu sordurdu: Moda sadece bir estetik tercih mi? Yoksa bir dostluk biçimi mi?
Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor.
Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.