Sanat

Çok Kişisel Art Basel İzlenimlerim: Sanat, Çiğköfte ve Sürpriz bir Dövme

Sanat Haftası bana iyi geldi. Üç gün, onlarca an. Bazısı tenime kazındı.

cok-kisisel-art-basel-izlenimlerim-sanat-cigkofte-ve-surpriz-bir-dovme

Normalde bir fuar haftasından sonra tekrar Londra’ya dönerdim ama su an Basel’den İstanbul’a giden bir uçaktayım. Belki de bu haftaki deneyimlerimi Türkçe kaleme almak istememin nedeni bu yolculuktur. Kendime bir saatlik bir yazma süresi tanıdım; günlüğümdeki notlar ve telefondaki fotoğraflarla birlikte, geride bıraktığım işleri ve anları hafifçe yoklayacağım.

Daha önce, dünyanın en önemli sanat fuarı olan Art Basel’in Miami edisyonunu deneyimlemiştim ama bu seferki fuar ruhu bambaşkaydı. Basel’in yürünebilir, küçük, ve tatlı karmaşasında kendimi daha ait hissettiğimden olabilir.

Londra merkezli küratöryel projem Teaspoon Projects kesinlikle bu hissin mimarlarından biri. 2025’in başında başlattığım bu proje, farklı duyularla sanat üretimini ve deneyimini yeniden düşünmeye çalışıyor. Koku, dokunma, tat, ses gibi “görsel olmayan” mecraları merkeze alıyor. Enerji alanları, sezgisel ifade biçimleri, bedensel hafıza… Blue-chip galeri sisteminden çıkıp bu yönlere yöneldiğim için içim çok rahat. Bu hafta uzun vakit geçirdiğim uydu fuarlardan Basel Social Club gibi bağımsız, deneysel alanlar da bu yüzden beni içine çekiyor artık.

Bu sefer üç fuarı gezdim: Art Basel, Liste ve Basel Social Club.

Art Basel

Art Basel’in ikinci katı, yeni galeri ve sanatçıları keşfetmek için en ideal bölümdü. Hem kendi koleksiyonum hem de Teaspoon için. Çoğu tek sanatçılı sunumlar, neredeyse kişisel sergi formatında kurgulanmıştı. Art Basel’de beni en çok etkileyen sunumlardan biri, Gürcü sanatçı Nika Kutateladze’nin Artbeat ile gerçekleştirdiği solo yerleştirmeydi. Stand, fiziksel bir mekanda yer edinmeye ek olarak göç, terk edilmişlik ve belleğe dair parçalanmış bir iç dünyaya dönüştürülmüştü. Batı Gürcistan’da nüfusu azalmış bir dağ köyünün salonunu çağrıştıran bu kurulum, yersizlik hissini ve kırsal çöküşün psikolojik izlerini taşıyordu.

Kullanılan malzemelerdeki sembolizm, hayaletimsi imgelerle birleşiyor ve mekan bir tür düşsel alan olarak açılıyordu izleyiciye. Özellikle küçük formatlı portrelerin o sessiz ama yoğun varlığı, yerleştirmenin duygusal derinliğini daha da arttırıyordu. Kutateladze’nin işi, hem politik hem de kişisel olanın iç içe geçtiği, görünmeyen yaraların mekansallaştığı bir alan gibiydi.

Berlin merkezli Sweetwater galerisinin sunduğu Megan Plunkett işleri ise ilk anda çok sessiz görünse de zamanla içine çeken türdendi. Fotoğrafı görüntüden öteye götürerek maddesel bir mesele olarak ele alıyor Plunkett. Görüntülerin üretim koşulları, görselin neye dönüştüğü, nasıl arşivlendiği gibi sorular, onun işlerinde çok ince ama belirgin bir şekilde iz bırakıyor.

cok-kisisel-art-basel-izlenimlerim-sanat-cigkofte-ve-surpriz-bir-dovme

Standda, tanıdık ama biraz da boşluk hissi veren kareler de vardı: Hareket, tekrar, kopukluk… her şey bir şeyin yanlış gittiğine işaret ediyor gibiydi ama asla tam olarak söylemiyordu. Plunkett’in işleri, gündelik olanın içinde bir yabancılaşma yaratıyor; hem görme biçimlerimizi hem de fotoğrafa duyduğumuz güveni sorgulatıyor.

Genel kalite oldukça yüksekti ama beni kalbimden vuran çok az iş oldu. Fuar çıkışında kendimi dürümcünün önünde bulmam da belki biraz bundandı. Çiğköfte ve ayran, ironik bir detoks oldu. Çünkü sanat dünyası gerçekten çok polifonik, özellikle konu para olduğunda. Ve ben kendimi sık sık yeniden, kendi yöntemlerimle şarj etmeden sürdüremiyorum.

cok-kisisel-art-basel-izlenimlerim-sanat-cigkofte-ve-surpriz-bir-dovme

Tabii ki savaşlar, krizler ve politik çatışmalar da konuşuluyordu ama çoğu zaman mırıldanarak veya güneşte istiridye yerken. Sanatçılar cesur işlerle sahada ama sanat dünyası hala iyi korunan bir balon. Ses geçiyor tabii ama filtrelenerek yaşanıyor bu.

Basel Social Club

Basel Social Club, bu balona iğne batırmaya yeltenen nadir alanlardan biri. ARTnews’ün de dediği gibi: Ana fuarın pırıltısından bir evren uzakta ama bir o kadar canlı. Bu yıl, bir zamanlar banka olan bir binayı ele geçirmişlerdi. Her oda bir sanatçıların ellerinde dönüşmüş. Performans ve film gösterimlerinin yanı sıra içeride sauna vardı, manikür yapılıyordu, saç kesimi vardı. Ve evet, şahane hotdog’lar da oradaydı.

Beni en çok etkileyen işlerden biri, Gathering’in sunduğu Tai Shani’nin heykelleriydi. Londra’da sık sık işlerini gördüğüm bir sanatçı olsa da, mekânla kurduğu ilişki Lupae–Lux başlıklı serisi, mitolojik bir figürden—Romulus ve Remus’u emziren dişi kurt heykelinden—yola çıkıyor.

E tabii, Social Club’da dövme de yaptırdım: Alana Alireza ve Geraldine Belmont küratörlüğünü yaptığı “stick n poke” sergisinde! Dövmeler, sanat eseri olarak konumlandırılmıştı. Mekan, geçici bir dövme stüdyosuna dönüştürülmüş; her tasarım bir sanatçının imzasını taşıyor ve dileyenler bu işleri gerçek bir dövmeye dönüştürebiliyor. 1990’larda Air de Paris’te yapılan efsanevi Tattoo Collection’dan ilhamla, bu edisyon dövmeler; değer, dönüşüm ve iz bırakma temaları etrafında kurgulanmıştı. Tasarımlar mekânda vinil olarak sergileniyor ama asıl potansiyelleri deriye işlendiklerinde açığa çıkıyor. Ben de bu çağrıya karşı koyamadım ve İsviçreli sanatci James Bantone’un bir işini seçtim. James Bantone’un pratiği, kimlik takıntısı etrafında dönen, süreklilik taşıyan bir araştırma olarak şekilleniyor. Sanatçının “korku” türüne duyduğu ilgi, temel insani duyguları beklenmedik, absürd bir yere taşırken bedenleri ve nesneleri protezlerle ya da farklı malzeme ve dikişlerle yeniden yapılandırması bu sürecin merkezinde yer alıyor.

cok-kisisel-art-basel-izlenimlerim-sanat-cigkofte-ve-surpriz-bir-dovme

Liste

Diğer uydu fuarlardan olan Liste’de ise yakın arkadaşlarım Mischa ve Niina’nın yönettiği Galerina’nın sunduğu Sarah Staton işleri çok etkileyiciydi. Staton’un yaklaşımı klasik resim anlayışına doğrudan bir karşı duruş: katman katman boya eklemek yerine, boyayı söküyor, kumaş üzerindeki rengi ağartarak metni görüntüye dönüştürüyor. 1990’lardan itibaren küresel üretim modelleri, dış kaynak iş gücü ve kültürel hegemonya gibi yapısal dönüşümlerin arka planında gelişen bu işler, endüstriyel üretimin “daha az değerli” kabul edilen formlarına—özellikle de tekstil ve kadın emeğine—yakın duruyor.

Aynı şekilde Öktem Aykut’un standındaki fotoğraf ve enstalasyon sunumu da güçlüydü. Selim Birsel’in pratiği, yürümek ve rastlamak üzerine kurulu. Kimi zaman bir düşünce biçimi, kimi zamansa bir nesnenin peşinden gidilen bir yol olarak. Kişisel olanla politik olan arasında sessiz ama derin bir bağ kuruyor. Samuel Laurence Cunnane’ın işleri de benzer bir şekilde planlı değil, keşfe açık. Fotoğraflarında hem olmuş olanı hem de henüz gelmemiş olanı hissetmek mümkün. Farklı materyaller arasında yüzeysel bir birleşme değil, gerçek bir diyalog kurulmuştu.

cok-kisisel-art-basel-izlenimlerim-sanat-cigkofte-ve-surpriz-bir-dovme

Orada çalışan Lara ile yaptığım kısa ama samimi sohbet, “Biz de varız” hissini tekrar hatırlattı. Eklemek gerek: Ana fuarda Türk sanatçılar olsa da hiç Türk galeri yoktu.

Etkinliğe katılmadan Sanat Haftası mı geçer?

Partisiz herhangi bir Sanat Haftası tam olmaz. Profesyonel ve sosyal ilişkilerin sınırlarının en bulanık olduğu sektörlerden biri tartışmasız olarak kültür ve sanat. Kendimi bir parti kızı olarak tanımlamasam da, birçok meslektaşım gibi işimdeki çoğu önemli bağlantıyı böyle sosyal ortamlarda kurmuşumdur. Haftanın en beklenen davetlerinden biri kuşkusuz Mendes Wood partisiydi. Çok eğlendiğimi söyleyemem zira fuarda gördüğüm aynı ekip yine oradaydı. Kimse satışların ne kadar iyi gittiğini tekrarlamaktan derine inemedi. Ama Çarşamba gecesi ilk kez katıldığım, efsaneleşmiş Tolga (Albayrak) partisi listemde bir tik oldu. Konu buraya gelmişken, Contemporary İstanbul’da da bir etkinlik yapılmış ama ona davet edilmediğimi de söylemeden geçmeyeyim. Umarım yetkili kişiler bu pasif agresif seslenişi görür!

Atlamadan: Destekçisi olduğum Institute of Contemporary Art (ICA) ile Volkshaus’ta birlikte düzenlediğimiz brunch çok özeldi. Bengi Ünsal’ın ICA’daki liderliği zaten başlı başına bir ilham. Onun ötesinde, çok sahici. Sanat dünyasında böyle ilişkiler insana güven veriyor.

cok-kisisel-art-basel-izlenimlerim-sanat-cigkofte-ve-surpriz-bir-dovme

Fotoğraf: Bengi Ünsal ve Ilgın Gigi Sürel

Tabii fuar donemi Basel’in müzeleri de en onemli sergilerini açıyor. Schaulager’da deneyimlediğim Steve McQueen işi Bass, haftanın en yoğun ama aynı zamanda en sessiz detaylardan biriydi. Mekana adım attığım anda, görselden çok işitsel bir alanın içine çekildim. Dipten gelen sesler, titreşim gibi değil de neredeyse bedensel bir hisle işliyordu. Renk değişimleri, ritme sahip olmayan bir zaman algısı yaratıyordu içeride. Sinema dilinden uzaklaştığı bu işte, McQueen neredeyse tamamen duyusal bir evren kuruyor—bedeni, sesi, sessizliği ve algıyı yeniden düşünmeye zorlayan bir evren. “İzleyici”den çok bir “varlık” gibi hissettiğim nadir anlardan biriydi bu fuar boyunca. Dış dünyanın gürültüsü orada sönüyor, başka bir yer açılıyordu.

Jordan Wolfson’ın Little Room’u ise fiziksel olarak giremediğim ama uzaktan baktığım bir sergiydi. Fondation Beyeler’deki kuyruk ve gelen yorumlar, işi neredeyse söylentiye dönüştürmüştü. Bir arkadaşım “beden algım tuzla buz oldu” dediğinde, girmemeye karar verdim. İnsanların bedenlerini taratıp sonra birbirlerinin avatarlarına dönüşmesi… Teknolojiyle kurduğumuz ilişkiye dair açık bir beden sınavı gibi. Görmesem de, aklımda kaldı.

Ren Nehri’ne girmedim. Herkes giriyordu. Ama hatırlarsanız, dövme yaptırmıştım. Belki biraz da bu aralar hayatımda çok fazla belirsizlik olduğu için, bir şeyi kontrol altına alma hissine ihtiyacım vardı. Bir sanat fuarında yaptırdığım yeni bir dövme, yarım saatliğine de olsa bana bunu verebildi.

Aynı gece Londra merkezli galeri Final Hot Desert’tan Marina ile (tanıştıktan sadece dakikalar sonra) yere çömelip yaptığımız “belirsizlikle yaşamak” temalı sohbet hala aklımda dönüyor. Sanat camiasında kurulan dostluklar bazen hızla derinleşebiliyor — bazen çok da naifçe.

Uçuşı yarıladık ve şimdi Ela Kazdal’ın işlerinin de yer alacağı grup sergime hazırlanmaya devam edeceğim. Eylül’de Londra’da. O zamana kadar fiziksel olarak biraz geri çekilip daha çok okumak, düşünmek, ve izlemek istiyorum. Belki biraz yalnız kalmak.

Kapak / Fotoğraflar: Ilgın Gigi Sürel @gigisurel_

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Jonathan Anderson ile Dior’da Yeni Bir Sayfa İlkbahar/Yaz 2026 Erkek Defilesi

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.