Bir zamanlar sadece içe dönük arayışlarla ya da kadim geleneklerle ilişkilendirilen spiritüellik, yeniay ritüelleri, kristaller, tarot kartları, pastel tonlarda “titreşim yükseltme” videolarıyla artık sosyal medyanın en gözde başlıklarından biri.

(Sanatçının izniyle) “The Vibrant Matter of a Pink Moon” – Renato Órdenes San Martín (2024).
TikTok ve Instagram gibi platformlarda, “enerji temizliği” videoları milyonlara ulaşıyor. Bu görünürlük bir yandan merakı artırıyor ama bir yandan da şu soruyu gündeme getiriyor: Temsilin yaygınlaşması gerçekten derinlik yaratıyor mu yoksa içe dönmek bile algoritmanın bir parçası haline mi geldi?
Spiritüellik, özünde kişinin kendini, amacını ve evrendeki yerini daha derinden anlamaya yönelmesiyle ilişkilenir. Bu bir yolculuktur; kişinin değerlerini, inançlarını ve deneyimlerini gözden geçirerek bütünlük ve içsel denge geliştirmesiyle derinleşir. Geçen hafta bir arkadaşım, “Kendime dönmek istiyorum ama her yerden yeni bir ritüel çıkıyor. Hangisi gerçek, hangisi bana iyi gelir bilmiyorum,” dedi. Ama günümüzde bu yolculuk, çoğu zaman bir yapılacaklar listesine indirgeniyor: önce sabah meditasyonu, ardından kristal seçimi, sonra yeniay niyeti… Oysa spiritüellik bir teknikler bütünü değil, bir bilinç hali değil midir?
Bu farkı ilk kez 2016’da Kadıköy’de bir sahaf rafında bulduğum eski bir Mevlana metniyle hissettim. Kitabın arasında altı çizilmiş bir cümle vardı: “Sen düşünceden ibaretsin, geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen gülistanlık olursun, diken düşünür dikenlik olursun.” O gün anladım ki neye dikkat ediyorsam, hayatım da o yöne doğru akıyor. Spiritüellik, bu farkındalığı gündelik hayata taşımak olabilir diye düşünüyorum. Sadece huzurlu hissettiğimiz anlarda değil, kırıldığımızda ve yönümüzü kaybettiğimizde de.
İçindekiler
Menorca’da bir yaz günü
2022 yılında, Menorca’da geçirdiğim bir yaz günü Mevlana’dan edindiğim anlayışı daha da pekiştirmişti. “Balear Adaları’nın en sadesi” diyerek betimleyebileceğim ada, yapacak şeyden çok durmayı, dinlemeyi ve bakmayı öğretiyor. Bir sabah, deniz durgun, hava neredeyse hareketsizken kayalıkların arasında yürürken bir kadına rastladım. Dizinde bir defter, güneşe karşı yazıyordu. “Her sabah kendime bir soru sorarım,” dedi: “Hoy, ¿quién quiero ser?” yani “Bugün nasıl biri olmak istiyorum?” Ne kristali vardı ne de bir tütsüsü. Ama varlığıyla o kadar yerindeydi ki!
O sabah da şunu anladım: bazen spiritüellik, yalnızca bir soruda, bir niyette ya da Menorca sabahlarının o ağır sessizliğinde kendini belli edebilir.
Spiritüel benlik gelişimi nedir?
Pek çok kadim öğreti ve modern bilinç farkındalığı yaklaşımı, aynı temel fikri paylaşıyor: Zihin, beden ve ruh bir bütündür. Bu bütünlük içinde ilk adım, anda kalmayı hatırlamakla karşılık buluyor. Ve bu hatırlayışın belki de en sade, en etkili yolu nefes olarak biliniyor. Düşünmeden, kontrol etmeden, yalnızca fark ederek alınan bir nefes bile içerideki dünyayla bağ kuruyor. Günlük koşuşturmanın içinde bilinçli bir nefes bile fark yaratabiliyor. Ve spiritüel pratik de tam olarak burada başlıyor.
Spiritüel benlik gelişimi: Nereden başlamak mümkün?
Spiritüel pratikler ise kişinin kendi iç dünyasına göre şekillenen; psikoloji, felsefe ve farklı yaşam deneyimlerinden beslenen zihin-beden-ruh çalışmalarını kapsıyor. Yine de farklı inanç sistemlerinin, spiritüel öğretmenlerin ve çağdaş farkındalık uygulayıcılarının kesiştiği bazı ortak duraklar var. Bunlar, spiritüellik yolculuğuna başlamak isteyen biri için hem sade hem de etkili bir çerçeve sunuyor:
- İçsel farkındalık geliştirmek: Günlük meditasyon, bilinçli nefes alışverişleri ve mindfulness pratiği içsel dünyaya yönelmenin ilk adımı. Sabahları ya da gün içinde kısa aralıklarla sessiz kalmak, düşünceleri gözlemlemek ve onları yargılamadan geçip gitmelerine izin vermek bu alanda etkili olabilir. Ayrıca doğayla vakit geçirmek, yürüyüş yapmak ya da sessizce gözlemde bulunmak da içsel farkındalığı artırır. Eckhart Tolle’nin de söylediği gibi: “Sen düşüncelerin değilsin; sen, onları gözlemleyen farkındalığın kendisisin.”
- Niyet belirlemek ve yolunu tanımlamak: Spiritüel yolculuk, belli bir amaca yönelmekle başlıyor. “Ben ne arıyorum?” sorusuna verilen dürüst cevap, süreci yönlendiren pusula. “İyileşme mi arıyorum yoksa daha derin bir bağlantı mı?” “Hangi değerlerle yaşamak istiyorum?” gibi sorularla başlamak, yolun netleşmesini sağlıyor. Pratiklerin arasından kendiyle uyumlu olanı seçmek kimi için dua, kimi için yoga, kimi içinse sessizlik, günlük tutmak ya da resmetmek olabiliyor. Spiritüel kitaplar okumak, yaratıcı üretim süreçlerine girmek ya da doğada vakit geçirmek… Farklı pratikleri deneyip kendinle en çok uyumlananları seçmek, içsel uyumun sesini takip etmek, bu yolda en güvenilir rehber oluyor.
- İçsel rehberlik kaynaklarıyla bağlantıya geçmek: İçimizde hala yaşayan bir çocuk var. O çocuk neye inanırdı, neyden korkardı, ne zaman gerçekten mutluydu? Bu sorular, içsel rehberliğin kapısını aralıyor. Spiritüel yolculuk, huzur arayışından öte içimizde bastırdığımız yönlerle yani gölge yanlarımızda yüzleşebilme cesaretini de içerebilir. Gölge çalışmaları da bu kapsamda derin kabul ediliyor: bastırılan korku, öfke, utanç gibi duygularla dürüstçe temas etmek, içsel bütünlüğün yapıtaşlarından. Carl Jung’un sözleriyle: “Bilinçdışını bilinçli hale getirmedikçe, o senin hayatını yönetecek ve sen buna kader diyeceksin.” Spiritüellik, pozitif hislerden öteye, kendini tüm yönleriyle kabul edebildiğimiz bir farkındalık haliyle derinleşiyor. Mükemmelleştirilmiş bir imajdan öte, gerçekliğe temas etme çabası olarak geçiyor.
- Ritimsizliğe alan açmak: Sessizlik, yalnızlık ve dinginlik (3S): Modern yaşamın hızında sessiz kalmak, yalnız kalmak ve sadece “olmak” neredeyse unutulmuş halde oysa bu alanlar, kendi iç sesimizi duyabileceğimiz, iç rehberliğimizle buluşabileceğimiz güçlü alanlar. Burada yalnızlık, izolasyon değil de dünyayla olan bağımızı daha derin hissetmenin aracı olarak varoluyor. Spiritüellik, “kendine dönerken” bile çevreyle bağ kuruyor, bağ kurmak spiritüelliğin önemli bir adımı haline geliyor.
- Spiritüelliği gündelik hayata entegre etmek: Spiritüel yaşama geçiş, büyük değişimlerden çok küçük farkındalıklarla başlıyor. Fiziksel ortamı sadeleştirmek, günlük alışkanlıklarda bilinçli tercihler yapmak, her gün birkaç dakikalığına şükretmek, birine yardım etmek ya da sadece dikkatle dinlemek… Tüm bunlar, içsel halimizi dış dünyaya taşımamıza yardımcı oluyor. Bu süreçte zaman algımız da değişmeye başlıyor. Bazı çağdaş fizik kuramları da zamanın doğrusal değil çok katmanlı ve dairesel olduğunu savunuyor. Dolayısıyla bu anlayışta geçmiş, şimdi ve gelecek birbirini etkileyen bir bütün halinde kabul ediliyor. Ve bu bütünlük içinde niyet, yaşam pusulamıza dönüşebiliyor: ‘‘Ne için buradayım? Bu günü nasıl yaşamak istiyorum?’’
- Sezgilere güvenmek: Spiritüel pratikler, düşünceyle ve hisle yol almayı içeriyor. Bazen bir mekanın enerjisi, bazen bir insanın varlığı ya da bir kararın içte yarattığı yankı bize rehberlik ediyor. Bu anlarda zihinsel analizden çok sezgisel bilgelik devrede oluyor. Sezgi, sessizliğin içinden gelen bir rehber rolünde; dikkatle besleniyor. Lao Tzu’nun dediği gibi: “Sessizlikte sezgi konuşur. Ona güven.” Günlük yaşamda küçük seçimlerde bile sezgine kulak vermek, içsel rehberliğinle daha güçlü bir bağ kurmayı sağlıyor. “Bu bana iyi geliyor mu?” ya da “Beni genişleten mi, daraltan mı bir alan?” gibi basit sorularla sezgisel farkındalığımızı artırabiliyoruz.
Bugün sıkça kullanılan bir ifade var: kelebek etkisi. Genellikle fiziksel dünyayla açıklanıyor ama bu etki, enerjetik düzeyde de geçerli. Birine söylediğimiz bir söz, içimizde taşıdığımız bir niyet ya da gösterdiğimiz bir anlayış, bütünle kurduğumuz ilişkiyi dönüştürebiliyor. Kısacası spiritüellik “ben”le değil, “biz”le de ilgili. İçte başlıyor ve dünyaya yayılıyor.
Fransız filozof Pierre Teilhard de Chardin’in o çok bilinen sözü de bunu hatırlatıyor:“Bizler spiritüel deneyimler yaşayan insanlar değil, insan deneyimi yaşayan spiritüel varlıklarız.” Bu cümle, özümüzdeki varlığın spiritüel olduğunu ve fiziksel yaşamımızın daha büyük bir ruhsal gerçekliğin içinde geçici bir deneyimden ibaret olduğunu ifade ediyor.
Belki de gerçek spiritüellik, her ne kadar öznel olsa da bazı evrensel yaklaşımlar da sunabiliyor. Nefesle başlayan, iç çocukla temas eden, gölgelerle yüzleşen ve sessizlikte derinleşen bu yollar, bizi kim olduğumuzu yeniden hatırlamaya çağırabiliyor. Zaman çizgisinde ilerlemekten çok, kendine yaklaşmakla ilgili! Ve belki de en derin ilerleme, dışarıya değil, içeriye doğru olandır.
Spiritüelliğe olan algımı şöyle özetleyebilirim: Spiritüel yaşamak, otomatikte değil, bilinçli yaşamaktır. Günlük alışkanlıkların, kararların, ilişkilerin altında ne yattığını fark etmek; her adımı bir değere bağlamak ve bunu bir bütünlükle yapmak… Yeniay ritüelleri, kristaller, tarot kartları, pastel tonlarda “titreşim yükseltme” videolarıyla ilerlemek kişiye iyi geliyorsa ne güzel. Doom scroll’lanırken ruhsal derinliğin en sade ama en etkili hali olduğunu unutmamak ise hepimize yardımcı olabilir.
Kapak: (Sanatçının izniyle) “The Vibrant Matter of a Pink Moon” – Renato Órdenes San Martín (2024).
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Kadınları merkeze alan bir bakış: Nil Sılacı’nın gözünden Mel’s Vintage