Bugünün sanatında kadınların gücü giderek büyüyor; Yaz Taşçı bu gücü sezgisel bir dirence dönüştürüyor.
“Bazen sınırlarımızın kendi arzularımız üzerinden zorlanması beni heyecanlandırıyor.”
Yaz Taşçı, Türkiye’den çıkan en heyecan verici genç sanatçılardan biri. Biz de kendisiyle çok samimi ve duygusal bir sohbet gerçekleştirdik. 2025 yılında İstanbul ve Paris’te iki kişisel sergi açan sanatçı, çağdaş resmin hem biçimsel hem de duygusal sınırlarını zorlayan bir figür. Derin renkler, titreşen yüzeyler ve figürlerle kurduğu ilişkide yalnızca bir ressam değil; aynı zamanda bir hikaye anlatıcısı, bir arayıcı. Kadın bakışına ve sezgiye yaslanan işleri, içe dönük ama kolektif bir hisle konuşuyor.

İstanbul OG Galeri’de Mayıs–Temmuz ayları arasında gösterimde olan solo sergisi Fleurs Sombres (Koyu Çiçekler), pratiğinde bir dönüm noktası oldu. Sergi ismini, bir arkadaşının bir resme bakarken ağzından dökülen iki kelimeden alıyor:
“Onun ağzından bu kelimeler döküldüğünde sergimin ismini bulduğumun farkındaydım. Bir isme ihtiyacım var mıydı emin değilim… Ama aynı resim gibi, bazen bazı kelimeler de sizi yakalarsa kaçmanız zor.”

Taşçı’nın işleri kadın bedenine, birlikteliğe ve duygulara odaklanıyor; ancak bu odak, yüzyıllaca kadın sanatçılara atfedilen klişeleri sessizce tersyüz ediyor. Lauren Elkin’in Art Monsters kitabında değindiği gibi, feminist sanatçılar kadın bedenini yalnızca temsil etmez, onu yeniden yazarlar. Taşçı’nın çiçekleri artık “kadın işi” klişesinin yükünü taşımıyor; aksine, sanat tarihinin figürden uzak tuttuğu kadınlara yeniden bakma biçimi öneriyor. Açık bir başkaldırı değil bu; daha çok sezgisel bir direnç. Kadın sanatçı olmanın, kadın olmanın süregelen zorlukları var; ama Yaz bunun içindeki güzellikleri arıyor. Onun jestüel, bedensel, içgüdüsel ve doğrudan, fırça darbeleriyle oluşan figürlerinde kolektif bir enerji beliriyor. Kimi zaman narin, kimi zaman direngen; ama her zaman bir aradalık hissi taşıyan bir dil bu.
“Bir salıncakta sallanıyorum, bir anlamı yakalayabilmek için. İyi sallanmak için bazen bedenimden, bazen de bir arkadaşımdan yardım alıyorum.”
Taşçı’nın işleri doğrudan cevaplar sunmuyor; izleyiciyi kendi sorularıyla baş başa bırakıyor. Belirsizliğin içinde var olmayı seçiyor ve anlamın net olmamasını bir kırılganlık değil, bir direnç biçimi olarak görüyor. Dile dair mesafesi de bu yaklaşımı yansıtıyor: Fransızca ya da İngilizce’de, resimlerinin tınısına ve içsel ritmine denk düşen kelimeleri bulmak kolay değil onun için. O, kelimelerden çok bir hissin, bir nüansın peşinde. Bu yüzden dili bir araçtan çok sezgisel bir eşlikçiye dönüştürüyor. Resim, onun için hem bir sığınak hem de bir arayış yöntemi. Kendini anlamanın yollarından biri.
Görsel dilindeki koyuluğun ardında hem kişisel deneyimler hem de göçmenliğe dair kırılganlıklar var. Yabancı bir şehirde, görünmeden, az sesle var olmaya çalışmak… Bu duygular, onun figürlerinde gölge gibi eşlik ediyor. Resim onun için bilinçli bir kariyer adımından çok, yaşamsal bir ihtiyaç gibi: Hayatta kalmak için bir ifade yolu.
2025’in başında Paris’teki Cité Internationale des Arts’ta gerçekleşen Touching You I Catch Midnight başlıklı sergisi ise, yalnızca coğrafi değil; aynı zamanda içsel bir genişlemeye işaret ediyordu. Kırılmaya müsait olduğunu hissettiren bir deneyim olarak tarif ettiği bu süreç, onun üretiminde hem hassas hem dönüştürücü bir iz bıraktı. Ama yine de yalnız değil. Atölyesinde sohbet de var, sessizlik de, paylaşılan bir içki de, hepsi onun için vazgeçilmez.
Deneyimlerinden, arkadaşlıklarından ve yaşadıklarından doğan figürleri “kızlarım” dediği karakterler, tuvalde zarifce yankılanıyor. Bu figürler, bir salıncağın melodik salınımında hem kırılgan, hem dirençli. Yaz Taşçı’nın resmi bir çığlık değil; daha çok bir yankı. Ve o yankı, çarpmasa da duyuluyordur. Bir yerlerde, bir şekilde.
Fotoğraflar: Yaz Taşçı @yazztascii / Ilgın Gigi Sürel @gigisurel_
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Zac Posen’la röportaj: Denimin couture hali