Sezon Modası

Merseight: Sanat, miras ve modern zanaatin zamansız buluşması

Merseight, sanatsal ve tarihsel referanslardan ilham alarak, geleneksel zanaati yenilikçi tekniklerle buluşturan çağdaş bir marka. Tasarım, kültür ve zanaatin kesişiminde konumlanan marka; rafine, sofistike ve köklü bir estetik anlayış sunuyor. “Geçmiş – şimdi – gelecek” kavramlarının dengesiyle yolculuğunu inşa eden Merseight, klasik zarafeti modern duyarlılıklarla bir araya getirerek nesiller boyunca aktarılacak zamansız parçalar yaratıyor.

Markanın kimliği, kurucuları Semih Işık ve Mert Güler’in yeteneklerinin uyumuyla hayat buluyor. Semih Işık’ın mimari düzeni ve estetik algısı, Mert Güler’in görsel anlatım ve hikaye kurma gücüyle birleşerek Merseight’e özgün bir derinlik kazandırıyor. Her tasarım, sanatın ve kültürel etkilerin ruhunu el işçiliğiyle onurlandırıyor; böylece zanaat ve lüks markanın doğasında ayrılmaz bir bütün haline geliyor.

Biz de Merseight’in kurucuları Mert ve Semih’le bir araya gelerek marka hakkında daha çok bilgi sahibi olduk.

MC: Merseight’i kurarken sizi bir araya getiren şey neydi? Bu fikrin ilk tohumları nasıl atıldı?

Mert Güler: Ben Görsel İletişim Tasarımı mezunuyum; 2016’dan bu yana L’Officiel Türkiye ve GQ Türkiye’de stil editörlüğü yaptım, şu anda da set tasarımcısı olarak çalışıyorum. İşimin merkezinde hep hikaye anlatmak var. Kreatif üretim benim için bir ihtiyaç gibi. Farklı disiplinlerden beslenmeyi seven, multidisipliner bir yapıya sahibim. Fakat zamanla bu hikâyeyi farklı bir dil ve formda anlatmak istediğime karar verdim. Uzun süredir de kendi markamı yaratmayı düşünüyordum.

Moda dünyasına olan ilgim, özellikle aksesuarlar üzerinden şekillendi. Çünkü bana göre aksesuar, bir stili tamamlamaktan öte; karakterin, kimliğin ve zamanın taşıyıcısı. Ayakkabı ise bu anlatının en güçlü sembolüydü. Her adımda hem işlevi hem estetiğiyle bir kimlik inşa ediyor, bir yolculuğa yön veriyordu.

Bu düşüncelerimi Semih’le paylaştığımda, onun da benzer bir arayışta olduğunu gördüm ve geleceğe dair ortak vizyonumuz kendiliğinden bir markaya dönüştü.

Ben detaylara hakim olmayı, işin her aşamasına dokunmayı önemsiyorum. Titizliğim ve tasarım odaklı bakışımla, Semih’in pazarlama ve strateji alanındaki vizyonu birleşti. Böylece her şey kendi yerini buldu ve Merseight doğdu.

Semih Işık: Ben Mimarlık Fakültesi mezunuyum ve uzun yıllardır mesleğim ile ilgili kurumsal hayatta yöneticilik yapıyorum. Ancak modaya olan ilgim her zaman hayatımın bir parçasıydı. Bu tutkumu, sosyal medyada stilimi yansıttığım paylaşımlarla besliyordum. Mert’le yaptığımız sohbetlerde sık sık bu alanda başarılı olabileceğimi söylerdi; estetik algımın ve bakış açımın farklı bir şey yaratmaya katkı sağlayacağını hissediyordum.

Son dönemde bir marka kurma fikri zihnimde daha çok yer etmeye başlamıştı. Bir gün Mert’le sohbet ederken, kafasındaki şeylerden bahsedince, ben de çok heyecanlandım. Çünkü ayakkabı benim bağımlılık noktam. Geniş bir ayakkabı seçkim var, bu konuda pek kendimi durduramıyorum. Her ikimizin aldığı eğitimler doğal olarak tek bir potada birleşti. Zamanla uzun sohbetlerimiz ve ortak çalışmalarımız, markamızın temellerini oluşturdu. Elbette kimi zaman tasarım anlayışımızda farklı uçlarda yer alabiliyoruz ama bu çeşitlilik bizi daha da zenginleştiriyor. Ben daha çok işin yönetim ve strateji kısmına odaklanırken, Mert tasarım vizyonunu ortaya koydu. Farklı bakışlarımızın yarattığı bu denge Merseight’in karakterini belirledi.

MC: “Geçmiş, bugün ve gelecek” mantrası koleksiyonun ana ekseninde yer alıyor. Bu felsefe, FW25-26 parçalarının tasarım sürecine nasıl yansıdı?

Mert Güler: Gardırobumda vintage parçaların ağırlığı her geçen gün artıyor. Bugün trend olsa da, aslında ikinci el ve vintage parçaları tüketmek, dönüştürmek ve sürdürmek hem doğaya hem de zamana karşı bir sorumluluk gibi. Babamın gençlik yıllarından kalma deri ceketlerini hâlâ giyiyorum, retro parçalar toplamayı seviyorum. Çünkü klasik ve zamansız her tasarım, her dönemde kendine bir yer buluyor. Biz de tasarımlarımızda aynı duyguyu yaşatmak istedik: Bugünün kişisi giysin, ama yıllar sonra kızı da aynı parçayı kendi gardırobunda yeniden keşfetsin, o büyüyü yeniden hissetsin istedik.

Semih Işık: Ben Mert gibi vintage meraklısı değilim; daha çok “yeni” kalmayı seviyorum. Ama bu yenilikten kastım geçici trendler değil, her dönemde giyilebilecek zamansız parçalar. Gardırobumu da hep bu bakışla kurdum. Sessiz lüksün aslında özü de tam burada: niceliğe değil niteliğe önem vermek. Benim için bir parçanın değeri, yalnızca görünümünde değil, kumaşın dokusunda, kalıbın kusursuzluğunda ve uzun ömürlü bir zarafet sunmasında gizli.

Bu yaklaşımı doğal olarak markamızın DNA’sına da yerleştirdik. Geçmişin izlerini, bugünün netliğini ve geleceğin akışkanlığını tek potada buluşturuyoruz. FW25-26 koleksiyonundaki her parça, bu yüzden zamansal bir “organik dönüşüm” gibi tasarlandı.

MC: Koleksiyonun parçalarında hem klasik zarafet hem de modern yalınlık vurgulanıyor. Bu iki duygu arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

Mert Güler: Markamızın tasarım felsefesinin temelinde, geçmişten gelen zamansız zarafeti, günümüzün modern ve minimalist çizgileriyle harmanlama tutkusu yatıyor. Bu dengeyi kurarken, her bir ayakkabıyı bir hikaye gibi ele alıyoruz.

İlk olarak, klasik unsurları yüksek kaliteli deriler, özenli el işçiliği ve kalıp formları gibi detaylarla koruyoruz. Bu, ayakkabılarımızın sadece estetik değil, aynı zamanda dayanıklı ve konforlu olmasını da sağlıyor. Klasik formları, modanın gelip geçici akımlarına direnen bir duruş olarak görüyoruz. Tabi burada klasik form derken, marka olarak klasik formumuzu da kendimiz tasarlıyoruz.

İkinci olarak, kendi klasik tabanımızı, yalın ve sofistike tasarım dokunuşlarıyla modernleştiriyoruz. Gereksiz süslemelerden kaçınarak, temiz çizgiler ve nötr renk paletleri kullanıyoruz. Örneğin, klasik loafer tasarımımızı hem klasik olacak çizgide tutup, sonra da onu daha hafif ve modern bir tabanla birleştiriyoruz. Ya da, minimal bir kayış detayı veya daha geniş  bir burun şekliyle yeniden yorumluyoruz.

Bu yaklaşım, koleksiyonumuzdaki her parçanın hem bir klasikten beklenen asalete sahip olmasını hem de günümüzün dinamik ve sade estetiğine hitap etmesini sağlıyor. Sonuç olarak, ayakkabılarımız bir sezonda giyilip kenara atılan bir trend olmaktan çıkıp, uzun yıllar boyunca gardıropların vazgeçilmezi olacak zamansız bir yatırım haline geliyor.

MC: El işçiliği ve kültürel referanslar markanın temel taşlarından. FW25-26 koleksiyonunda hangi tarihsel veya sanatsal ilham kaynakları öne çıktı?

Mert Güler: Koleksiyonda mimari formlar ve Anadolu zanaatkârlığının yanı sıra Jean Arp’ın biyomorfik dili koleksiyonun ruhuna işlendi diyebiliriz. Malzemelerde ve silüetlerde doğadan gelen akışkan, spontane formlar kullandık. Bu sayede her parça sanki kendi ritmiyle var oluyormuş hissi versin istedik. Bu da tasarımlara tarihsel derinlik ve sanatal şiirsellik katıyor.

MC: Koleksiyonun öne çıkan modelleri arasında The 8, Dilly ve Mersillion var. Bu tasarımları yaratırken markaya göre her birinin farklı hikayesi veya işlevi nedir?

Semih Işık:  The 8 bizim klasik modelimiz. Markanın sonsuzluk ve birlik felsefesinin sembolü diyebiliriz. Dilly ise, daha şehirli, dinamik ama aynı zamanda akışkan çizgilere sahip. Hareketin ve gündelik zarafetin temsilcisi olarak konumlandırıyoruz. Mersillion da, zanatkarlığın en rafine hali; yüzeyinde el işçiliğiyle oluşan her detay Jean Arp’ın doğal soyutlamalarını hatırlatıyor. Bunlar bizim ilk dropumuz.  Kasım ayında ikinci drop da gelecek. Orda da iki yeni modelimiz var Frangie ve LouLou.

MC: Merseight, “gelecek nesillere aktarılacak zamansız parçalar” vurgusu yapıyor. Sizce bu koleksiyonun hangi detayları onu kuşaklararası bir miras haline getiriyor?

Mert Güler: Koleksiyonun mirası, malzemenin kalıcılığında ve formun zamansızlığında saklı. Zamanın ötesine geçen şey ise, doğallığın kendisidir. Bizim için en değerlisi, bir parçanın bugün birine, yarın ise onun çocuğuna aynı anlamı taşıyabilmesi. Doğallığın ve el işçiliğinin kalıcılığı, bu aktarımı mümkün kılıyor.

Semih Işık: Biz bu koleksiyonu, kuşaklar boyunca varlığını sürdürecek bir estetik hafıza olarak görüyoruz. Değerini, malzemenin sağlamlığından ve işçiliğin kalıcılığından alıyor. Bizim için mesele trendleri takip etmek değil; zamana direnen, her dönemde anlamını koruyan bir tasarım dili yaratmak. Bu yüzden Merseight parçaları yalnızca bugünün değil, geleceğin de mirasıdır.

Merseight, ilk koleksiyonuyla bu yolculuğu somutlaştırıyor. Drop 1, üç ikonik modelden oluşuyor: zamansız detayların cesur bir yorumuyla yeniden tasarlanan The Eight; yapısal deri üzerinde kıvrımlı kapak detayıyla öne çıkan Dilly; loafer estetiğini zarif bir feminenlikle babette buluşturan Mersillion; Dana derisinden el işçiliğiyle üretilen bu parçalar, yuvarlak burun formları, ekstra yumuşak iç tabanları ve Merseight’e özgü imza desenli tabanlarıyla konfor ve estetiği buluşturuyor. Her bir model, zamansız şıklığın farklı bir yorumunu temsil ederken, metal logo detaylarıyla koleksiyona sofistike bir imza ekliyor. Londra’da Otto Masters tarafından çekilen kampanyada, markanın bu modern zanaat vizyonunu Erin Harrison’ın doğal varlığı taşıyor; her kare, geçmişten geleceğe uzanan bir zarafet manifestosuna dönüşüyor.

Fotoğraflar: Merseight

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.