Sanatın tek sesli olduğu bir düzende, Less Ordinary Studio çoklu seslerin yankı bulduğu bir alan açıyor.
Kurucusu Devran Altınbay’la, bu fikrin nasıl doğduğunu, birlikte çalıştığı markaları seçerken nelere dikkat ettiğini ve sanat alanında dayanışmayı nasıl yeniden tanımladıklarını konuştuk.
MC: Less Ordinary Studio’nun çıkış fikri nasıl doğdu? Türkiye’deki sanat alanındaki tekel eleştirinizin, bu stüdyonun kurulmasındaki rolü neydi?


Devran Altınbay
Bu soruya sanırım kendimi anlatarak başlamak daha sağlıklı olacak. Ben Devran Altınbay, LOST’un kurucusuyum ve tüm faaliyetleri tek başıma yürütüyorum. 30 Ekim’de 28 yaşıma gireceğim. İzmir’de doğup büyüdüm. Annemin söylediğine göre 2 yaşından beri resim yapıyorum. Anaokulundan beri sınıfta resim yarışmalarında birinci olan o çocuk bendim. İçimdeki bu tutkuyu öteleyip kapitalist sistemin bir kurumsal çalışanı olmayı denesem de hiçbir zaman mutlu hissetmedim. LOST (LESS ORDINARY STUDIO) aslında uzun süredir yaşadığım tatminsizlik ve mutsuzluk duygularının bir sonucu. Sanata olan düşkünlüğümden yola çıkarak bunu bir oluşuma dönüştürmek istedim.
İzmir’de doğup büyümem de önemli bir nokta. Çünkü çoğu kaynakta İstanbul, Ankara ve İzmir Türkiye’de kültür ve sanat odağı olarak gösterilse de, İzmir için durumun hiç de öyle olmadığını söyleyebilirim. İzmir’de lokal sanatçılardan karma bir sergiye hayatımda en fazla 4 kere gitmişimdir. Bunun asıl sebebi, sanatçılara yeterince alan açılmamasıydı. Büyük markaların ve galerilerin genç ve bağımsız sanatçılara karşı tutumu beni rahatsız ettiği için, doğrudan bu ihtiyaca bir alan açmak istedim.
Önce LOST Selected adını verdiğim dijital bir seçkiyle başlayan bu yolculuk, sonrasında marka işbirlikleri ve fiziki sergilere doğru evrildi. Bugüne kadar İzmir’de 3 karma sergiye sanatçı entegre ettim ve bu sanatçıların hepsi bağımsız sanatçılardan oluştu.


MC: Beraber çalıştığınız markaları ya da sanatçıları seçerken hangi kriterleri önemsiyorsunuz? Sizin için “doğru işbirliği” hangi değerler üzerine kuruluyor?
En başından beri LOST’un belirli bir çizgisi ve duruşu var. Sosyopolitik olaylara sessiz kalmıyoruz ve kendi değer yargılarımızdan vazgeçmiyoruz. Bu nedenle kısa sürede sevildiğimizi düşünüyorum. Birlikte çalıştığımız sanatçı ve markaların da bu tutarlılığı göstermesini önemsiyorum.
Aynı zamanda hedeflerimden biri de markaların sanatçılarla daha fazla işbirliği yapmasını teşvik etmek.


MC: Manifestonuzda özellikle genç ve queer feminist üretimlere alan açmaktan bahsediyorsunuz. Bu üretimleri görünür kılmak için nasıl stratejiler benimsiyorsunuz?
Aslında sadece genç ve queer üretimler demek, oluşturduğumuz seçkiyi tam olarak kapsamıyor. Biz daha çok bağımsız kadın ve queer sanatçıların üretimlerini odağa alan bir çizgide ilerliyoruz. Şu ana kadar 100’ün üzerinde sanatçıyla seçkiyi sürdürdük ve bu sanatçıların yaklaşık %80’inin bağımsız kadın ve queer sanatçılardan oluştuğunu söylemekten gurur duyuyorum.
Dijital seçkimizle sanatçılara hem görünürlük hem de ifade alanı sağlıyoruz. Ardından bu seçkiden sanatçıları karma sergilere entegre ederek üretimlerini daha geniş bir kitleyle buluşturuyoruz. Bu misyona aracılık etmek, sayfa ile ilgili beni en çok tatmin eden nokta diyebilirim.

MC: “Dayanışmanın önünde hiçbir bariyerin duramayacağına inanıyoruz” diyorsunuz. Pratikte bu dayanışma sizin stüdyonuzda nasıl vücut buluyor?
Çoğunlukla sistemden bir şekilde sıyrılıp başarılı olan insanların, geride kalanlar için hiçbir fedakarlık yapmadığını görüyorum. Ben ise edinilen başarılardan sonra elden geldiğince dayanışmayı sürdürmenin önemine ve sektörün zorluklarıyla hayatta kalmaya çalışan sanatçıların unutulmaması gerektiğine inanıyorum. Open Call süreçlerini yürütürken çizgimizin dışında kalan ve olumlu dönüş yapamadığımız sanatçılar oldu. Fakat en başından beri elimden geldiğince kapsayıcı bir sanat topluluğu oluşturmak için çabalıyorum. Son dönemde bu çabamın sonuç verdiğini görmek bana büyük bir keyif veriyor.
Birlikte çalışamadığımız sanatçılara dahi yönlendirmeler yaparak yardımcı olmaya gayret ediyorum. Kimseye sırtımı çevirmek istemem. Dayanışmanın gerçekten birçok kapıyı kolayca açtığını biliyorum. Bu nedenle insan iletişimlerinde hassas davranıyor ve hiçbir sanatçıyı kırmadan ilerlemeye özen gösteriyoruz.
MC: Less Ordinary Studio’yu beş yıl sonra nerede görüyorsunuz? Türkiye sanat alanında nasıl bir değişim yaratmayı hedefliyorsunuz?
Türkiye sanat alanında hedefim, tek tip ve tekelci yapılardan ayrışan, dinamik ve kapsayıcı bir yapı kurmak; farklı seslerin ve kimliklerin üretimlerini değerli hale getirmek. İnsanların buna ihtiyacı olduğunu görüyorum ve bu ihtiyaca yanıt olabilmek, bizi güçlü bir ivmeyle büyüttü. Şu an birçok marka işbirliği ve sergi planlanıyor. Bu markalardan bazılarını sanat fonları için teşvik ederek bağımsız sanatçıların üretimlerinde kullanılmasını sağlamak istiyorum.
Ayrıca bir noktada, yurtdışı ile sanatçılar arasında bir köprü kurmak gibi bir hayalim de var. Kısa vadede yapmak istediğim pek çok şeyi gerçekleştirdim; bu yüzden bu hedefleri de gerçekleştireceğime olan inancım tam.
Fotoğraflar: LOST @lessordinarystudio / @tugbdemirbass / @zbeler / @selveryildirim / @azzelseckin / @nilsudemirel / @serhat.tunc.art
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Röportaj: 2MUCH!’la fazla olmak üzerine