Toplumsal Konular

Kıskanç, hassas ve duygusal: Medya dili üzerine

Başlıktaki sıfatları okuduğunuzda zihninizde belli bir kişi canlandı, değil mi? Ya da “ofiste ağlayan biri” dediğimde aklınızda belirli bir cinsiyet ya da kalıp belirdi. Medya, yıllardır insanların zihninde bu kalıpları pekiştiriyor. Çünkü bu kalıplar daha çok tıklanıyor.Kritik haberlerin başlıkları bile failin ne yaptığına değil, kadının nasıl göründüğüne atıfta bulunuyor. Gazeteci ve Yazar Sinem Nazlı Demir’in vurguladığı gibi, odak her zaman failde olmalı: Kim şiddet uyguladı, neden ve hangi toplumsal yapılar buna izin verdi? Kadının masumiyeti ya da zarafeti, failin sorumluluğunu gölgelememeli. Medyanın dili suçu görünmez kıldığında, kadının sesi de kayboluyor.

Bu konu geçtiğimiz günlerde, Eşit ve Erişilebilir Yaşam Rotary Kulübü’nün desteğiyle ve kulüp başkanı Jülide Yılmaz Uçtum’un katılımıyla düzenlenen bir seminerde masaya yatırıldı. Kadınların medyada temsili, hukuki hakları ve kadına yönelik şiddet konuları üzerine yapılan tartışmalara gazeteci Sinem Nazlı Demir ve Avukat Eylül Evren de katkıda bulundu. Seminerde, özellikle kadınların katılımıyla gerçekleşen kısa eğitimler, meseleyi bireysel hikayelerle somutlaştırdı. Demir, medyanın haber dilinin sık sık failin eylemini değil, kadının tepkisini veya görünümünü öne çıkardığını söylüyor. Kadın ağladığında, kırıldığında veya korktuğunda manşetlerde bu dramatik imgeler kullanılıyor; ama fail çoğu zaman görünmez kalıyor.

Kadının davranışları, kıyafeti veya duyguları failin eylemini gölgelememeli. Medya, dili değiştirilerek hem failin sorumluluğu görünür kılabilir hem de kadının sesi kaybolmadan hikaye aktarılabilir.

Hak odaklı bir anlatı mümkün mü?

Sinem Nazlı Demir, kadınlara yönelik şiddet haberlerinde “kadının nasıl yaşadığı” değil, “failin ne yaptığı” üzerine odaklanılması gerektiğini vurguluyor. Yani, haberin öznesi artık mağdur değil, suçu işleyen kişi olmalı. “Kadın şiddet gördü” gibi pasif bir ifade yerine “kadın, bir fail tarafından şiddete maruz bırakıldı” demek hem failin sorumluluğunu hatırlatıyor hem de şiddeti normalleştiren dilin önüne geçiyor.

Demir’e göre, medyada kullanılan her kelime yeni bir toplumsal algı inşa ediyor. “Kadının kıyafeti”, “boşanma isteği” ya da “yaşam tarzı” gibi ifadeler, şiddetin gerekçesiymiş gibi sunulduğunda failin yükü hafifliyor; kadın ikinci kez mağdur ediliyor. Haber fotoğraflarında da benzer bir hassasiyet gerekiyor: mağduru korkmuş, çaresiz biçimde göstermek yerine failin yüzünü ve suçu belirginleştiren görseller kullanılmalı.

Demir, ayrıca çocuk ve cinsiyet temelli haber diline dikkat çekiyor. 18 yaş altı bireylerin “çocuk” olarak anılması gerektiğini, “genç kız” ya da “genç kadın” gibi ifadelerin hem cinsiyetçi hem de meseleyi ciddiyetsizleştirici bir etki yarattığını söylüyor. Çocuk istismarı ve kadına yönelik şiddet konularında yapılacak her haberin, mağdurun sesiyle konuşan, empatik bir anlatı kurması gerektiğini savunuyor.

Filtreli samimiyet

Sadece kadınların okuduğu dergiler ve içeriklerde bile, günümüzde medyada bu konuda hassasiyet artsa da yıllardır süregelen sistemin kalıplarından tamamen çıkılmış değil.

Sokakta yürürken bir erkeğin ne düşünebileceği veya nasıl tepki verebileceği ihtimali, günlük hayatımıza erkek bakışının en basit etkilerinden biri olarak yansıyor. Eskiden daha sık gördüğümüz, hala zaman zaman karşımıza çıkan medya dilindeki bir başka unsur da, kadının erkekler için oluşturulmuş güzellik algısı kalıplarına sokularak verilen stil tavsiyeleri, ilişki analizleri ve bakım önerileri. Sosyal medya, moda sayfaları ve influencer kültürü “gerçek kadın” imajını satarken bile onu sürekli düzenliyor.

Kadınlara “kendin ol” deniyor ama kendin olmanın da belirli bir görsel standardı var: “ışıltılı cilt”, “kusursuz doğal makyaj”, “vücut pozitifi ama belli ölçüde.” Kendin ol çağrısı çoğu zaman yalnızca bu güzellik kodlarına uyan kadınlar için geçerli. Kadın dayanışması teması sıkça işleniyor; ancak pratikte sosyal medya ve moda dili, kadınlar arasında görünmez bir rekabeti teşvik ediyor. Kim daha iyi yaşlanıyor, kim daha minimal giyiniyor, kim daha üretken anne? Medya dili sadece haber sayfalarında değil, moda sayfalarında da yeniden üretiliyor ve kadınlar bazen farkında olmadan, birbirlerini bu kalıplar aracılığıyla yeniden tanımlıyor.

Kadının medyadaki yeri artık acı hikayelerin kahramanı ya da manşetlerin duygusal figürü olmamalı. Kadın, anlatının içinde değil, anlatının kendisi olmalı. Yıllardır “kadın ne yaşadı?” diye sordular. Oysa asıl soru hep “kim yaptı?” olmalıydı. Kadınlar uzun bir süredir yalnızca o sorunun cevabını aramıyor; kendi dilini kuruyor. Kıskanç, hassas veya duygusal değil; bilinçli, görünür ve kendi hikayesinin öznesi olarak.

Fotoğraf: Unsplash

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Diddy: Tecavüz kültürü ve cezasızlık iklimi

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.