Alışveriş yaparken hangi ürünlere yöneldiğinizi fark ettiniz mi? Bir dönem sessiz lüksün zamansız ve sade dünyasında kendimizi bulduğumuzu düşünüyorduk. Şimdi ise bizi daha çok yansıtan, bir hikaye taşıyan, karakteri olan ya da bir anıyı çağrıştıran parçalara yöneliyoruz. Zamansızlık artık nötr değil; kişisel.
Uzun bir süre boyunca sade görünümleri ön planda tuttuk ve bu, bir noktada hepimizi aynı görünmeye, “farklı” kavramını unutmaya itti. Farklı olmak değil, sessizce başkalarıyla uyumlanmak istedik. Gerçek lüksün sessiz olduğuna inandık. Fakat artık bunun tersini düşünmeye başlıyoruz. Bizden bir parça taşımayan kıyafetler ve aksesuarlar bizi görünmez kılıyordu. Seri üretimin ortasında kendimize ait bir şeyler aramaya başladık. Artık herkesin tercih ettiğini değil, bizim yeniden yorumlayabileceğimiz, özgünlük katabileceğimiz ürünlere yöneliyoruz. Markalar da bunun farkında elbette; günümüzde birçok kampanya yeniden hikaye anlatımı üzerine şekilleniyor.
İçindekiler
Neden artık “görünmez zenginlik” yeterli gelmiyor?

Bizi biz yapan şey, anılarımız. Kiminle ne kadar güldüğümüz, bir tatilde ne kadar eğlendiğimiz, annemizin yaptığı o yemeğin kokusu ya da moralimiz bozukken dinlediğimiz şarkı… Bunların hepsine bir anlam yüklüyor, biriktirdiğimiz anılardan aldığımız dersleri karakterimize ekliyoruz. Tabii bu anılara sembolik bir değer katan eşyalarımız da var: onları yaşarken giydiğimiz kıyafetler, taktığımız takılar, sıktığımız parfüm… Hepsi bize o günü hatırlatan, bizden bir parça taşıyan unsurlar. Sessiz lüks döneminde ise bu sembolik değerleri kaybettiğimizi hissediyoruz ve bu hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü bazen en sevdiğimiz rengi üzerimizde taşımıyoruz, bazen de bizi hiç ifade etmeyen ürünleri kullanıyoruz. Tam da bu noktada kişisel mitolojimizi yansıtan her şey bize daha yakın hissettiriyor.
Kişisel mitoloji nedir?
Yukarıda bahsettiğim anıların her biri, aslında kendi hikayemizdeki küçük mitler. Bu mitler, günlük davranışlarımızı olduğu kadar giyim tarzımızı ve tüketici alışkanlıklarımızı da şekillendiriyor. Kişisel hikayemizi moda diline dönüştürüyoruz. Mesela çocukken babaannenizin her gün boynunda gördüğünüz kolyeyi size hediye etmesi… O kolyeyi takmak, onunla yaşadığınız güzel günleri hatırlamanın bir yolu haline geliyor. Ya da annenizin yaptığı havuçlu kekin kokusu size çocukluğunuzu, en masum dönemlerinizi hatırlattığı için baharatlı kokulara yöneliyorsunuz. Bazen bunu bilinçli yapıyoruz, bazen de tamamen içgüdüsel biçimde bizi bir duyguyla buluşturan ürünlere çekiliyoruz. Bir dudak parlatıcısının ambalajında en sevdiğimiz dondurma çeşidini görüyoruz ve o ürünü almak istiyoruz. En sevdiğimiz dondurma aroması gibi kokan bir parlatıcı, bize geçmişimizi hatırlatan sembolik bir objeye dönüşüyor.
Objelerin de kimliği var

Bilinçaltımızdaki düşünceleri, günlük hayatımızda çevremizde gördüğümüz objelerle özdeşleştirme eğilimindeyiz. Ev, bizim için kişisel bir tapınak ya da güvenli alanı sembolize ediyorsa; onu dekore ederken karakterimiz hakkında ipuçları veren objeler seçiyoruz. Mücevherler aile ve aidiyet duygusunu hatırlattığı için daha çok miras hissi taşıyan takılara yöneliyoruz. Parfümler kokularla hafızamızı tetiklediğinden, bizi mutlu eden anıları çağrıştıran kokuları tercih ediyoruz.
Moda sektörü de bu sembolik dili fark etmiş durumda. Artık markalar, kişisel hikayemize dokunan objelerle bize ulaşmanın gücünü keşfediyor. Çünkü kendi hikayemizin estetik gücü sandığımızdan çok daha fazla. En sevdiğiniz desenleri, renkleri ve sizi yansıtan her sembolü kullanarak özgünlüğünüzü yansıtmak için belki de en doğru dönemdeyiz. Kısacası: kendiniz olmanın, kendi mitinizi yaratmanın tam zamanı.
Fotoğraflar: Unsplash
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Güneş Akrep burcunda: Derinlik, tutku ve dönüşüm başlıyor