Moda Haftaları

Almaty Visa Fashion Week’te “Vertigo” atağı: Kimlik, kadınlık ve moda arasında yeni bir anlatı

Kazakistan’dan Moğolistan’a uzanan bir sahneye dönüşen moda haftası, “Vertigo” temasını baş dönmesi olarak almıyor. Derdi, bu durumu yön bulma hali olarak okumaktan geçiyor. Seçkide özellikle kadın tasarımcılar hafızayı, ritüeli ve direnişi kumaşa yeniden yazıyor.

Almaty’a ilk gelişim.
Şehirde baya dağ havası var; “Yürürken asfaltın altından toprak sesi geliyor” gibi betimlemelere giresim geliyor. Visa Fashion Week Almaty’nin on ikinci sezonu, 7–9 Ekim 2025 arasında Ritz-Carlton Almaty’da düzenleniyor. Üç gün boyunca, İlkbahar/Yaz 2026 için hazırlanmış 18 koleksiyon, “Vertigo” temasıyla yürüyecek. Organizatörler bu temayı “güzelliğin ve zamanın iç içe geçtiği bir baş dönmesi” olarak tanımlıyor. Gerçekten de mekân, koleksiyonları ve konukları birbirine karıştırıyor; neyin sahne, neyin kulis olduğu belli değil diye düşündüren hızlı bir gözlemden sonra.

“Yeni bir ülkeye, yeni bir dile müziğiyle” diye düşünerek etrafımı yorumlamaya söz veriyorum. Takvimde Kazakistan’ın yanı sıra Özbekistan, Ermenistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Moğolistan var. Her biri farklı bir geçmişten ama aynı ihtimalin tahayyülünden konuşuyor gibi: Kültürel sürekliliğin bugünkü halini arıyoruz. Almaty bu anlamda ilginç bir yer; modern bir vitrinle geleneksel hafızanın arasında, yükselirken geçmişi hatırlayan bir sahne. Performans bol, maskesiz anları yakalamak için dikkat gerekiyor.

Detaylara ve podyumda gördüklerime rağmen şunu söylemem gerek: Sorunun “Vertigo” teması ile bu günde “baş döndürmek”ten çok kimlik kurmasında odaklanıyor. Ben de bu nedenle zamanımı podyumdaki kadınların anlatılarına odaklanmaya adıyorum; aralarında hikâyelerini incelemeye ayırıyorum. Anahtar kelimelerin ritüel, hafıza, kadınlık, hikâye anlatıcılığı ve otantik oluveriyor.

1. Gün: Anne-kız arasındaki miras

Dikkatini çeken tasarımlarla, “toprak”tan başlıyor anlatımına.
Örneğin, Kazakistan merkezli Kirpi markası, Anashym defilesinde Kazak geleneklerinde bir kız çocuğunun büyüme ritüeline odaklanıyor. “Anneme” anlamını taşıyan başlığıyla anneliği kültürel aktarım alanı olarak işliyor. Beşik, çocukluk, ayrılık, evlilik… Her evre, bir kumaş katmanında hayat bulmaya odaklanıyor.

Final sahnesinde “syrga salu” ve “kyz uzatu” ritüelleri sembolik bir koreografiyle canlandırılıyor. Cupro’nun parlaklığı ve kadifenin ağırlığıyla kat kat elbiseler, kadınlık anlatısının kuşaklar arasındaki bağını somutlaştırıyor. Boncuk işlemeler, fırfırlar, tılsımlar ise geçmişin dokunucuna çağdaş bir silüet içinde yaşamak için kendine yer ediniyor.

Sonrasında Ermenistan’dan Faina çıkıyor sahneye. Minimal estetik, geometrik kesiklerle izleyeni karşılıyor; kumaşların içinden filizlenen yapraklar gibi detaylar mevcut. Dikişlerin arasında yeşeren biçimler görüyorum; doğanın insan eliyle bastırılmış enerjisinin geri dönüşünü anlattığına inanıyorum. Zira burada kadınlık anlatılarıyla bir görülebilen doğa, romantik bir imge gibi işlenmiyor; dikişlerin arasında yeşeren biçimler, doğanın insan eliyle bastırılmış enerjisinin geri dönüşünü anlatan ve onu bir “güç kaynağı”na çeviren bir hale getiriyor. Minimalizm ve duygu dünyasının bir arada var olabileceğini hissettiriyor: “Faina kadını” aynı doğanın kendisi gibi, kendi sınırlarını şekillendiriyor, kendi formunu belirliyor. Bu da benim çok hoşuma gidiyor.

2. Gün: İçimizdeki kız çocuğuna sarılmak

Sabah erkenden Almaty Museum of Art’a gidiyoruz. Müze nispeten yeni, yer yer bembeyaz ve belki de “fazla düzgün” ama içeride Almagul Menlibayeva’nın I Wanted Everything sergisiyle karşılaşıyoruz. Onun işlerinde kadın figürleri, bir başkası tarafından anlatılmıyor; her kadın kendi hikâyesine sahip çıkabiliyor mu bilmiyorum ama en azından bunun çabası açıkça görülüyor. Onun işlerinde kadınlar kendi gölgeleriyle birleşip hem bugünün ağırlığıyla yüzleşebiliyor gibi. Moda haftasının “Vertigo” temasına en çok burada anlam vermeye başlıyorum: Baş dönmesi, estetik üretimleri tetikleyebiliyor. Kültürün yüklediklerinden kurtulmaya çalışırken hafızanın içinde kaybolma gerçekliğiyle de yüz yüze gelmek gerek.

Öğleden sonra defilelere geçiyoruz.
İkinci günün programında da daha çok kadınların moda üzerinden kurdukları anlatım ilgimi çekiyor. Zara Tkubati isimli markanın ilk koleksiyonu, “Bailuu” Kazakistan’daki kadınların mirasının baskıyla sıkıştırılmaya çalışılan sayfaları yeniden yazmaya bakıyor. Podyum, dört evreye bölünmüş bu hikâyeye alan tanıyor; sürgün, yas, yeniden doğuş ve dönüş.

Bu anlatı, kadının kendi bedeniyle barışma sürecine de dönüşüyor. Tasarımlar bebek battaniyelerini, oyuncakları, hatta tılsımları andırıyor; halbuki masumiyet, patriyarkanın beklentisindeki gibi makul görünme arzusuna sıkışmamış. Kumaşlara işlenmiş desenler, halk hikâyelerinden gelen ve Zhetyzhrnak, Jalmauyz Kempir, Albasty gibi şeytanlaştırılmış kadın figürlerini yeniden sahipleniyor. O canavarlar böylece, kendi gücünden korkmaya itilmeksizin güç simgesine dönüşebiliyor. İplikler, saç örgüsü görevi görüyor; birbirine bağlayan ama birleştiren, şifa veren bir bağ. Kısacası “kadın” atanan kişilere uygun görülen pastel tonlar, siyah tüllerle birleşebiliyor ve hatta kurucusu Tomiris Talgat’a göre, yüzyıllar boyu negatif algılarla beraber anılan cadılık anlatılarını da kucaklıyor.

Kapanışı, Moğolistanlı kardeşler Yanjindulam ve Nyamkhand Choigaala’nın kurduğu Michel & Amazonka yapıyor. İpek ve kaşmirin üzerinden geçen nakış iplikleri, tasarımcıların modanın zanaatle kurduğu ilişkiyi odağına alışını vurguluyor. Her tasarımın atölyede günler süren emeğin izini taşıdığı açık.

Bu koleksiyonun asıl gücü, kendi köklerinden utanmayan bir modernlik kurmasında. Michel & Amazonka’nın kadınları, geleneğin ağırlığını reddedip zarafetini taşıyacak gibi. Gösterişli bir Doğu anlatısı çıkmıyor karşımıza; gayet sakin ama sınır tanımayan bir lüks anlayışı mevcut.

Sahnede yürüyen her silüet, Moğol kimliğinin evrensel dile çevrilmiş bir versiyonu gibi çalışıyor; hem yerel hem kozmopolit, hem törensel hem gündelik.
Böylece “kültürel miras”ın nostaljiden öteye geçebildiğini görüyorum: Nakış, kumaş ve form da bir direniş biçimi olabilir diyorum.

3. Gün: Yeni bir tarih anlatısı

Son gün dikkatimi çeken, genç tasarımcıların yarattığı anlatım dili oluyor. Zhalt Zhulı gibi sabı,ı.m de kendi kültürünü yorumlamayı tercih edenlerden. Sabina Juusibapayeva’nın 21 yaşında kurduğu marka, moda ve arkeolojiyi birleştiriyor. Burada mimari semboller, dekoratif öğeler, dokuda taş gibi izler yoğun; böylece Sands of Memory: Turkestan koleksiyonunda geçmişin katmanları kumaşa uzanabiliyor. Türkistan’ın mimarisinden, süsleme sanatından ve İnanış motiflerinden alınan izler, yeni bir dil kuruyor.

Koleksiyon bir kazı alanı gibi işliyor:
Her parça bir buluntu olabilir mi? Hatta her dikiş bir zamanın izi? Gelenek, yeniden yorumlanan, yaşar bir hatıraya dönüşüyor. sabı,ı.m’nin dili sade ama içerdiği yoğun: Genç bir tasarımcının, geçmişle bugünün arasındaki diyaloğa kendi sesini katma çabası insana nefes aldırıyor.

Böylece Visa Fashion Week Almaty’nin podyumu, üç gün boyunca gelenek ve çağdaş anlatı arasında salınıyor. Bir de tabii, şu anı unutmayan bir geçmişle gelecek arasında… Ben de şu sonuca varıyorum: Almaty sahnesi, bir merkez aramıyor da sanki kendi etrafında dönmeyi seçiyor. Belki de en doğrusu bu: Bazen başımızı döndüren şeyi durdurmak, yepyeni bir yöne dönmekten değil de kendi eksenimizi bulmaktan geçiyor.

Almaty’da “Vertigo” hafızayla yaşanıyor; kelimelerle yabancılaştıran bir şeyler mevcut; merkezimizi yer değiştirse de başımız dönmeyebilir. Burada kadın tasarımcılar, aynı müze ve podyum arasındaki mesafenin kısalma anındaki gibi, modayı gösteriden çıkartıp yeni anlatılara alan açabilen bir medyuma dönüştürebiliyor.

Fotoğraflar: Alara Demirel

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Sneakerlarda minimalizimden gösterişli lükse geçiş dönemi

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.