Kaan Divitoğlu, dijital yorgunluğa kapılmış bir nesle tek bir soruyla karşı çıkıyor: ‘Ya her eşleşme gerçek bir buluşmaya dönüşse?’ Laila tam olarak buradan doğuyor.
Laila’nın çıkış noktasında hangi kişisel deneyim ya da gözlem vardı? Modern dating dünyasında sizi en çok rahatsız eden kırılma neydi?
Laila aslında 11 yıllık kişisel dating uygulaması deneyimimin bir sonucu. 2014’te üniversite için Chicago’ya taşındığımda bu uygulamalari kullanmaya basladim. O dönem ağırlıkla Tinder ve Bumble vardı ve ben ikisini de bol bol kullanıyordum. Hatta bir noktada algoritmaların nasıl çalıştığını fark edip sistemi “hacklemeye” bile çalışıyordum.
Mezun olduktan sonra farklı uygulamaları da denedim ama asıl kırılma, bir yapay zekâ girişiminde çalışmak için New York’a taşındığımda oldu. New York’ta çevrem çok sosyeldi ama buna rağmen herkes dating uygulamalarına fazlasıyla bağlıydı. Hepimiz aynı love–hate döngüsündeydik: eşleşme gelince küçük bir dopamin patlaması, ardından uzun bir hayal kırıklığı hissi.
Neden böyle olduğunu anlamak istedim. Kendi davranışlarımı ve duygularımı analiz ettim, çevremdekilerle konuştum. Şikâyetler neredeyse birebir aynıydı: “uyumlu kimse yok”, “buluşmalar hep birbirine benziyor” ve en çok da “eşleşmeler hiçbir yere varmıyor.”
Benim de farklı uygulamalarda yüzlerce eşleşmem vardı ama çok azı gerçek hayatta bir buluşmaya dönüşüyordu. O anda aklıma şu soru geldi: Ya her eşleşmenin zaten bir buluşma planı olsaydı? Match’ten buluşmaya geçiş oranı artmaz mıydı?
İşte Laila’nın fikri bu sorudan doğdu — insanların yapmak istedikleri buluşmayı paylaştığı ve başkalarının +1 olmak için başvurduğu bir platform.
“Matches aren’t made in heaven; they’re made in real life” diyorsunuz. Laila’nın algoritma yerine insan enerjisine güvenen bu yaklaşımı nasıl şekillendi?
Laila’yı tasarlarken hep şunu düşündüm: İki insanı gerçekten “uyumlu” yapan şey ne?
Sonuçta tüm o karmaşık ilişki tavsiyeleri dönüp dolaşıp aynı noktaya varıyor: “kendin gibisini çekersin”.
Bu aslında doğru ama çoğu zaman yanlış anlaşılıyor. Çünkü çoğumuz “kim olduğumuzu” kendi algımıza göre tanımlıyoruz — oysa bu çoğu zaman gerçeği yansıtmıyor. Bizi tanımlayan, aslında her gün yaptıklarımız; yani alışkanlıklarımız ve davranışlarımız.
Bunu Hinge’de tanıştığım biriyle gittigim iki date den sonra çok net fark ettim. Gerçekten iyi anlaşıyorduk ama o her sabah 5’te koşuya çıkan, sosyal hayatını spora göre kuran biriydi; ben ise boş zamanlarımı arkadaşlarımla bir yerde oturup sohbet ederek geçiriyorum. Kimsenin suçu yoktu — sadece farklı frekanslardaydık.
Bu yüzden algoritmalar — hatta dürüst olmak gerekirse, bizim kendi dijital seçimlerimiz bile — uyumu tahmin edemiyor. Çünkü elimizdeki veriler eksik ve taraflı. Gerçek uyum ancak gerçek hayatta, paylaşılan bir deneyim sırasında ortaya çıkıyor; o enerjide, kimyada ve algoritmaların ölçemediği küçük detaylarda.

App’in ‘tarihi önce belirle, eşleşme sonra gelsin’ fikri, tüm pazar dinamiklerine ters. Bu radikal kararı alırken en büyük kritik içgörü neydi?
Bugün dating uygulamalarındaki matchlerin %5’inden azı gerçek bir date’e dönüşüyor — yani neredeyse hiçbir yere varmıyor. Bazı uygulamalar bunu sınırlamalarla çözmeye çalışıyor, örneğin günlük eşleşme sayısını azaltmak gibi. Ama aslında daha temel bir çelişki var: kullanıcı için başarıyla şirket için başarı birbirine ters. İnsan biriyle tanışıp uygulamayı sildiğinde, şirket gelir kaybediyor.
Bu yüzden sektörün odağı, artık insanları buluşturmak değil; kullanıcı başına daha fazla gelir elde etmek haline geldi. Profilleri ödeme duvarlarının arkasına saklıyorlar, “super like” satıyorlar, premium algoritmaları ücretli hale getiriyorlar… Sonunda ilişki kurma deneyimi değil, bir dikkat ekonomisi doğuyor.
Ben Laila’yla bu döngüyü tersine çevirmek istedim. Amacımız insanları ekranda tutmak değil, en kısa sürede gerçek buluşmalara çıkarmak. Bunun da en doğal yolu, planla başlamak. Ne yapmak istediğini paylaşıyorsun; gerçekten o planı yapmak isteyenler başvuruyor. Daha az yazışma, daha az hayal kırıklığı — daha çok gerçek buluşma.
Laila, neden özellikle 18–35 aralığındaki kadın ve erkeklerin yaşadığı ‘tükenmişlik’ hissini hedef alıyor? Bu kitleyi en iyi okuyan veri sizde ne söylüyor?
Bugün 18–35 yaş arası insanlar için flört etmek her zamankinden daha zor, çünkü bir paradoksun içindeler.
Bir yandan biriyle gerçek hayatta tanışmak istiyorlar — bir kahve dükkanında, bir restoranda, ortak arkadaşlar aracılığıyla… tam o romantik komedi sahnesi gibi. Ama diğer yandan, artık yeni biriyle tanışmak hiç olmadığı kadar zor. Bunun en büyük nedeni de dijitalde çok fazla zaman geçirmemiz. Sosyal becerilerimiz zayıflıyor, özellikle erkekler reddedilme ya da “rahatsız edici görünme” korkusuyla gerçek hayatta biriyle konuşmaya çekiniyor.
Bu farkı çevremde çok net görüyorum. Kiz arkadaşlarım sık sık “artık kimse yanımıza gelip konuşmuyor” diye şikâyet ediyor. Hatta bazıları ilgilerini çeken erkeklere kendileri adım atmaya başladı. Erkekler ise çoğu zaman iyi niyetli olsalar bile yanlış anlaşılmaktan korkuyorlar.
Sonuç olarak hepimiz dating uygulamalarının içinde sıkışıyoruz — ve bu döngü böyle giderse daha da derinleşecek. O yüzden bence çözüm, dijitalde başlayıp olabildiğince hızlı ve doğal şekilde gerçek hayata taşınan bir süreçte. Laila da tam olarak bunu mümkün kılmak için var.
Sizce 2025 ve sonrasında dating dünyasını neler bekliyor? Laila bu geçişte kendini nasıl konumlandırıyor?
Dating dünyası şu anda ciddi bir değişimden geçiyor. İnsanlar klasik uygulamalardan sıkıldı; artık herkes ekranda yazışmak değil, gerçekten bir şeyler yaşamak istiyor. İlginçtir, genel olarak dating uygulamalarına ilgi artsa da, büyük markaların kullanımı düşüyor. Bu yüzden hem mevcut uygulamalar yeni özellikler ekleyip gerçek hayatta buluşma etkinliklerine yöneliyor, hem de piyasaya farklı fikirlerle yeni oyuncular giriyor. Kısacası herkes bir sorun olduğunu farkında — ve bu alan yeni bir bakış açısına çok açık.
Son dönemde özellikle Amerika’da öne çıkan bir trend var: yapay zekâyla eşleştirme yapan uygulamalar. Neredeyse her hafta yenisi çıkıyor. Kulağa harika geliyor — seni tanıyan, senin yerine senin “doğru kişini” bulan bir AI… Ama gerçekte işler o kadar kolay değil. Çünkü bu sistemler de, tıpkı klasik uygulamalar gibi, tamamen senin kendi beyanına dayanıyor. Yani önce senin kim olduğunu ve ne istediğini doğru anlatman gerekiyor. Asıl problem de orada başlıyor.
Bugün sadece flörtte değil, genel olarak hepimiz dış dünyaya o kadar odaklıyız ki, sürekli bilgi ve uyarana maruz kalmaktan içe dönüp “ben kimim, gerçekten ne istiyorum?” sorusuna zaman ayıramıyoruz. Hal böyleyken, yapay zekâ da olsa, yanlış veriyle doğru sonuç çıkarmak imkânsız.
Bu yüzden ben önümüzdeki dönemde tüm bu teknolojik denemelerin bizi yine aynı gerçeğe götüreceğini düşünüyorum: gerçek uyum, sadece gerçek hayatta anlaşılır. Ortak bir deneyim, paylaşılan bir an olmadan kimya hissedilmez. Bunu zaten koşu grupları, üyelik kulüpleri gibi sosyal toplulukların yükselişinde de görüyoruz. Aslında romantik amaçla kurulmadılar ama insanlar doğası gereği her sosyal ortamı bir şekilde aşka dönüştürüyor. Bu yüzden doğru kullanmayı biliyorsan, Instagram hâlâ en iyi dating uygulaması olabilir.
Laila da bu dönemde tam burada konumlanıyor: insanları dijitalde tutmak yerine, olabildiğince hızlı ve doğal şekilde gerçek hayatta buluşturmak.