Sinema & TV

20’ler bir romantik komedi değil

İlk satın aldığım film – “Cinderella Story”

Romantik komedi en sevdiğim türlerden biri. Ama bunun nedenini tam olarak ben de bilmiyordum 20’lerimde. Favori filmimi seçemedim, ilk izlediğim romantik komediyi hatırlayamıyorum bile. Bildiğim tek şey, çocukluğumda hayranı olduğum bir oyuncunun neredeyse tüm filmlerini izlediğimdi. Hilary Duff’ın gençlik yıllarında çektiği romantik komediler benim için bu türle kurduğum ilk gerçek bağıydı. Aldığım ilk filmlerdi aynı zamanda. Ve o filmler arasında A Cinderella Story’nin bende ayrı bir yeri vardır. Bunun sebebi belki de klasik Cinderella masalını hiç sevmememe rağmen, bu hikayenin modern bir uyarlamasının bana daha chill gelmesiydi. Masalı değil, masalın dönüştürülmüş halini seviyordum.

Herkesin bir romantik komedisi vardır

İşte bu yüzden şuna inanıyorum: Herkesin kendine ait bir romantik komedisi vardır. Filminizin mutlu sonla bitip bitmemesi önemli değildir. Kimi platonik bir aşkta takılı kalır, kimi en yakın arkadaşına aşık olur, kimi yanlış kişiye bile bile tutunur. Bunların hepsi romantik komedilerin tanıdık hikayeleridir. Fark şu ki filmler bize bu hikayelerin yalnızca mutlu biten versiyonlarını gösterir. Hayatta ise kamera hiç kapanmaz. Aşk çoğu zaman uzun vadeli bir vaat değil; kısa, yoğun ve geçici bir hal olarak gelir. Biz tutkuyla sevgiyi, anı kalıcılıkla karıştırırız.

Konu aşkı bulmakla ilgili değil, kendimizi bulmakla ilgili

Aslında romantik komedilerin büyük bir kısmı birini sevmekle ilgili değildir. Asıl mesele, karakterin kendisiyle olan ilişkisidir. Aşk hikayesi çoğu zaman bir araçtır. Çatışma, karakterin kendini ne kadar gördüğü, neye layık hissettiği ve hangi hikâyeye sığmaya çalıştığıyla ilgilidir. Bu yüzden romantik komedilerdeki karakterler bize yabancı gelmez. Hepsi tanıdık hallerimizdir: kendimizin farklı versiyonlarıdır.

Kendini layık görmediğinde yanlış hikayelere aşık olursun – “Princess Diaries”

20’lerim bir çok anlamda kaos gibiydi. Ama zor zamanlarda izlediğim rahatladığım filmler vardı. Acemi Prenses bunların arasında benim için hala özel bir film seri. Çocukken de defalarca izledim ve her seferinde aynı şey dikkatimi çekti. Bu film bir prenses olma hikayesi değildi; kendini kabul etme hikayesiydi. Mia’nın sorunu aşk değildi. Sorunu, kendini küçültme alışkanlığıydı. Kendini layık hissetmediği için yanlış kişiye yöneldi, kendi potansiyelinden her zaman kaçtı. Oysa film başından beri şunu söyler: Mia zaten herkesin istediğim bir şeye sahipti; o bir prensesti. Mesele bunu kabul etmeye cesaret edememesiydi. Çünkü Mia, kendini yetersiz görüyordu. Finalde birlikte olduğu kişi onu değiştirdiği için değil; olduğu haliyle gördüğü için doğru kişi. Ne büyük bir rüya!

Belki de bazen yetersizliklerimiz bize en büyük hediyemizdir. Çünkü sahip olmadığın şey için çabalarsın, kusurların ile sev kendini çünkü inan bana 30’lara geldiğinde çok da önemli gelmeyecek onlar sana..

Çünkü 20’ler tam olarak böyledir. Yanlış aşklar yaşanır, yanlış insanlar seçilir, yanlış hikayeler romantize edilebilir. Ama bütün bunlar birine ulaşmak için değil, kendine yaklaşmak içindir. Romantik komediler bize mutlu sonlar vaat etmez aslında; kendimizi tanıma ihtimali sunar. Çünkü kendini sevmeye başladığında o savaş bitecek..

Bu hafta sana özel hazırladığım film listem:

Bu bölümde romantik komedi anlayışının bambaşka yönlerini anlatan dört filmden söz etmek istiyorum. Ortak noktaları mutlu son vaat etmeleri değil; aşkı, kendilik hallerimizi ve büyümeyi farklı yerlerden ele almaları.

Ted Hamilton’la Randevu yanındaki kişiyi geç fark etmeyi,

A Cinderella Story hayal ile gerçek arasındaki farkı,

The Princess Diaries kendini sevmeyi ve kimliğini kabul etmeyi,

While You Were Sleeping ise platonik aşkı ve ait olma ihtiyacını anlatıyor.

Haftaya görüşürüz, bu arada bu Bridget Jones’un Günlüğü değil

Fotoğraf: Su Karacan @bifilmkurdu

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Bu Bridget Jones’un Günlüğü değil

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.