Sinema & TV

Bitmiş arkadaşlıkların yasını tutmak

Kimse artık beni tam olarak tanımıyor

Geçen gün bir yerde şöyle bir cümleye rastladım:

“Eski arkadaşlarım artık kim olduğumu bilmiyor, yeni arkadaşlarım da eskiden kim olduğumu bilmiyor. Garip olan şu ki, artık kimse beni bütünüyle tanımıyor.”

Bunu okuduğumda durup düşündüm. Otuzlu yaşların en tuhaf yanlarından biri tam olarak bu değil mi zaten? Eğer fotoğraf albümlerini hiç temizlemediysen, telefonun neredeyse tamamen artık tanımadığın insanlarla dolu.Yirmilerinde çok insan tanırsın; çok gülersin, çok söz verirsin. Ama hayat yalnızca bazılarıyla devam eder. Diğerleri geride kalır. Çünkü büyüdükçe tek bir halde kalmıyoruz, ve çoğu zaman, kimseye bütünüyle denk düşemiyoruz. Tanıdığımızı sandığımız herkes aslında birer yabancı oldu.

“En iyi arkadaşım” demeyi ne zaman bıraktık?

Çocukken, arkadaşlıkların sonsuza kadar süreceğine inanırdım. Herkesin hayatımın sonuna kadar benimle yürüyeceğine dair tuhaf bir güvenim vardı. Belki de haklıydım, yanımda olmasalar bile kalbimde olan bir çok “En iyi arkadaşım” var. Sahii tabiri ne zaman rafa kaldırdığımı tam hatırlamıyorum ama fark ettiğim an, yirmili yaşların en acı gerçeğiyle karşılaştım: Bazı ilişkiler bitiyor ve insan buna gerçekten yas tutuyor.

Ametist

Küçükken, hoşlandığımız birinden bahsederken başkası anlamasın diye ismini değiştirir, ona bir takma ad takardık. Bir tür gizli anlaşma gibiydi. Bu yazıda size Ametist’ten bahsedeceğim. Gerçek adı bu değil. Çünkü bazı insanlar, hayatımızda isimleriyle değil, geride bıraktıkları duyguyla yer ediyor. Ametist benim en iyi arkadaşımdı. Ve hayatımdan çıkmasıyla beraber o sıfatı kimseye bir daha kullanmamaya başladım. Hayatının bir döneminde Ametist gibi biri olur. Yediğin içtiğin ayrı gitmez, gün içinde konuşmadan duramazsın. En ufak detayı bile ilk onunla paylaşmak istersin. Hayatının küçük kırıntıları bile ona gider; çünkü bazı insanlar başımıza gelen en güzel şeydir.

Sessizlik – “Banshees of Inisherin

Ve sonra bir gün…

Tıpkı The Banshees of Inisherin’de olduğu gibi, konuşmalar kesilir. Büyük bir kavga olmaz. Uzun bir açıklama da. Sadece sessizlik girer araya. İnsan, bir arkadaşlığın da böyle bitebileceğini o zaman öğrenir.

The Banshees of Inisherin’i bu kadar sarsıcı yapan şey, bir arkadaşlığın neden bittiğini anlatmaması. Film bir açıklama sunmaz; büyük bir ihanet yoktur, dramatik bir kırılma da. Sadece bir gün, taraflardan biri artık konuşmak istemediğine karar verir. Asıl acı olan da budur. İnsan, anlamlandıramadığı bir kaybın yasını tutmakta zorlanır. Çünkü kapanış yoktur. Özür yoktur. “Nerede yanlış yaptık?” sorusunun cevabı yoktur. Film tam olarak bunu söyler: Bazı ilişkiler, kötü oldukları için değil; devam edemedikleri için biter.

Film boyunca asıl çatışma, terk edilmekten çok görünmez olmaktır. Konuşulmamak, açıklama yapılmamak, yok sayılmak. Bu yüzden The Banshees of Inisherin, bitmiş arkadaşlıklar hakkında değil; geride kalanların kafasında dönen o bitmeyen sorular hakkında bir filmdir.

Adı konmamış bir yas

Kimse bize arkadaşlıkların da bir yasının tutulacağını öğretmedi. Belki de arkadaşlıkların biteceğini de bilmiyorduk. Ayrılıklar için kelimeler vardır ama biten arkadaşlıklar sessizce dağılırlar. Ne bir kapanış konuşması kalır geriye ne de net bir suçlu. Sadece eksilen bir alışkanlık, boşalan bir yer ve adı konmamış bir özlem.

Bazen Ametist’i hala özlüyorum. Ama onu özlemek, onu yeniden hayatımda istemek anlamına gelmiyor. Bazı şeyler hatırlanır ama geri çağrılmaz. Belki de Ametist’i değil; onunla olduğum o zamanı, o halimi özlüyorum. Çünkü ben de o Su değilim artık.

Asıl zor olan, birini kaybetmek değil; onunla olduğun hâli kaybetmektir. Ve o anları bir daha asla geri getiremeyeceğini bilmektedir…

Bu hafta sana özel hazırladığım film listem

Bu bölümde, bitmiş arkadaşlıkların ve sessiz kopuşların farklı hallerini anlatan dört filmden söz etmek istiyorum. Ortak noktaları bir açıklama sunmaları değil; vedaların her zaman yüksek sesle yaşanmadığını hatırlatmaları.

The Banshees of Inisherin: Bir arkadaşlığın, büyük bir kavga olmadan da bitebileceğini ve bunun ne kadar can yakıcı olabileceğini anlatıyor.

Frances Ha: Büyürken aynı hızda ilerleyemeyen iki insanın, birbirini kaybetmeden de uzaklaşabileceğini gösteriyor.

Ghost World: Değişen hayatlar karşısında sabit kalmanın, bir arkadaşlığı nasıl sessizce erittiğini hissettiriyor.

Old Joy: Yıllar sonra yeniden bir araya gelen iki insanın, aslında artık aynı yerde olmadığını fark etmesini sade ve çarpıcı bir dille anlatıyor.

Haftaya görüşürüz.

Bu arada, bu Bridget Jones’un Günlüğü değil.

Fotoğraf: Su Karacan

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Bu Bridget Jones’un Günlüğü değil

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.