Fitness & Beslenme

BEN DEĞİL, BEYNİM İSTEMİYOR!

Yaşadığınız yoğun bir ilişkinin ardından durup nefes almak istediğiniz olmuştur mutlaka. Soranlara biraz içe dönmek istediğinizi söylemişsinizdir büyük olasılıkla. Üstelik sanıldığı gibi gönül yorgunluğu değildir yaşadığınız. Beyin âşık olduğunuz süre içinde salgıladığı hormonları eski haline getirebilmek için sizden süre istiyordur, o kadar…

‘Hayatımın aşkı’, ‘gençlik aşkı’, ‘yaz aşkı’, ‘yasak aşk’, ‘sonsuz aşk…’ Daha da uzatabiliriz içinden aşk geçen tanımları. Edebiyattan, sinemadan ve aklımıza gelen gelmeyen birçok alandan çok sayıda örnekle de süsleyebiliriz. Peki, gerçekte ne söylemek istediğimizi biliyor muyuz aslında. Tahmin edeceğimizin çok üstünde bir kavramdan söz ediyoruz burada ve çoğu zaman da o kavramın farkında dahi değiliz.

Bilimsel araştırmalar aşkın; soyun devamını sağlayan en önemli duygu olduğunu gösteriyor. İşin içine bilim girince, beyin ve hormonlardan da bahsetmek gerekiyor tabii. Son yıllarda yapılan çalışmalar; âşık insanların beyinlerinde çok önemli kimyasal değişiklikler olduğunu ortaya koyuyor. Hatta salgılanan hormonlardan bazılarının âşık olan kişide tuhaf davranışlara neden olduğu da biliniyor. Örneğin; beynin şiddetli bir aşk sırasında salgıladığı hormonlardan biri olan dopamin’in keyif verdiği bilinse de rahatsız edici yan etkileri de var. Gereğinden fazla dopamin, uykusuzluk ve iştahsızlık gibi şikâyetlere yol açıyor.

Bu arada aşkın yok olmasının, var olmasından daha tehlikeli olduğunu biliyor muydunuz? Bir aşk ilişkisinin sona ermesi kimi zaman intiharlara, cinayetlere dahi yol açabiliyor. Bunun nedeni de yine beyindeki kimyasallar… Terk edilmenin acısıyla ortaya çıkan hormon değişimleriyle kalbin atış hızı değişiyor. Sadece bununla kalsa iyi… Arkasından da hepimizin hayatta en az bir kez yaşadığımız ayrılık sonrası aşırı sinir, öfke ve nedensiz ağlama krizleri çıkıyor. Aslına bakarsanız bu yaşadıklarımızın her biri bizim değil, dopamin hormonunun sorumluluğunda. Bu hormonun aşırı salgılanmasının getirdiği ciddi yan etkilerin arasında bir de aşırı kıskançlık var ki tam da bu nedenle film, dizi, roman ve şiirlerde vazgeçemediği aşkı uğruna ölen, öldüren veya intihar eden figürlere çokça yer veriliyor.

“Aşk ve Beyin adlı kitabın yazarı Nörolog Doktor Bülent Madi; “Aşk çok geniş bir kavram. Tanrı aşkından tutun da bir kediye olan sevgiye kadar uzanabilir. Burada ana fikri ikiye ayırmak lazım aslında. Bunlardan biri sevgi, diğeri aşk. Sevgiyi kolayca açıklıyor olsak da aşkın tanımını yapmak çok zor. Bilimsel yönden yaklaşacak olursak, içinde mantığın ve matematiğin yer almadığı duygusal bir boyut olduğunu söyleyebiliriz” diyor. Bazı şarkılarda ve yazılı eserlerde söylendiği gibi aşkın bir tür delilik olmadığını da ekliyor Madi. Her ne kadar irade devre dışı kalıyor olsa bile…

 

Ya sonra…

Bunca kimyasal madde birbiriyle çarpışıp iradeyi elinin tersiyle ittiği anda, dışarıdan bakıldığında inanılmaz ve mantıksız olarak tanımlanan davranışlar sergilemeye başlıyoruz. Bunun da nedenini şöyle açıklıyor Bülent Madi; “Akıl; beynin ön tarafıyla ilgili. Bu kısım aynı zamanda bütün beyni ve beynin alt sistemlerini de denetleyen bölge. Sevgi, beynin iç tarafının bu bölgeyle birlikte çalışmasıyla ortaya çıkıyor. Âşık olunduğu zaman ise beynin akılla ilgili devreleri yeteri kadar çalışmıyor.”

Mantık ve irade devre dışı kalıyor dedik ya, bir süre sonra bellek de çalışamaz hale geliyor. Dışarıdan gelen uyarılar, âşık olduğumuz zaman bizi uyaramaz oluyor artık. Âşık olduğumuz kişiyle ilgili anlatılan olumsuz gerçeklere kulak asmıyor oluşumuz, umursamazlıktan değil bu yüzden işte. “Çocukluk ve ergenlik çağında aşk ve sevgi konusunda toplanan bilgiler beyinde depolanıyor. Böylece karşınıza çıkan bir aday, kafanızda bir tablo çiziyor ve soru işaretleri oluşturuyor. Derken, sırılsıklam aşkta akıl yürüten merkez devre dışı kalıyor ve körü körüne de olsa karşı tarafın peşinden koşuluyor” açıklamasını yapıyor Nörolog Bülent Madi.

Gelelim işin hiç istenmeyen acı tarafına… Ayrılık; terk edilme ya da ne ad vermeyi uygun buluyorsanız o! Âşık olan taraf ya da taraflar için yaşamın durduğu, her şeyin önemini kaybettiği, nefes almak dışında hayatla tüm bağların koptuğu o an. O zamana kadar tıngır mıngır çalışan beynin ön kısmı, iç kısmı, hormonlar her şey birbirine mi giriyor acaba? Bülent Madi bu evreyi de şöyle anlatıyor; “Ön beyin çalışmaya başlıyor ve ‘niye’, ‘neden’ soruları oluşuyor. Aklı yöneten ön taraf, kendi geleceği ile ilgili doğru kararlar veremiyor. Dikkatli biriyse çözüyor, değilse o zaman hakikaten beynin çalışması duruyor böylece marazî durumlar ortaya çıkıyor. Beynin iç tarafındaki beslenme merkezi, aşırı yemek yeme ya da tam tersi hiçbir şey yememe şeklinde alarm veriyor. Savunma bölümü saldırganlık oluşturabiliyor. Türü devam ettirme merkezine gelince… Orada durum daha ciddi, cinsel taciz bile görülebiliyor. İç sistem bütün beyni yönetmeye başlıyor, akıl yürütülemez oluyor. Aşk cinayetleri işleniyor örneğin. Gelme diyenin bile peşinde koşulduğunu görüyoruz çoğu örnekte.”

Peki, nasıl bir sistem ki bu aşk yaşanırken de biterken de çalışmıyor. “Beynin iç ve ön tarafının salgıladığı hormonların dengeli olması lazım ki, aşk ortaya çıksın. O salgılar sayesinde gördüğünüz ya da dokunduğunuz bir kişinin karşısında yüzünüz kızarır, kalbiniz çarpar. Örneğin âşık olan kişi dik yürür, salgılanan keyif hormonları neticesinde kendine güveni artmış durumdadır çünkü. Denge bozulduğunda ise depresyon, saldırganlık ve içe dönüklük görülmeye başlar” diye anlatıyor süreci Madi.

Mutlu son mu mutsuz son mu?

Buradan da anlıyoruz ki, aşk aslında yaşanması gerekli olduğu kadar sağlık açısından da faydalı. Ancak karşılıklı saygının yanı sıra sosyal ilişkilere de dikkat etmek gerekiyor. “Âşık olduğunuz kişiyi kaybetmek istemiyorsanız, sosyal ilişkilerinize dikkat etmek zorundasınız. Bir tarafın saygısı bitince ilişkinin artık bitmesi gerekir. Yoksa her iki taraf da üzülür ve sıkıntı çeker. Ancak sağlıklı bir beyin bundan dersler çıkarır. Bu nedenle; ‘Bundan önceki ilişkilerimden çok şey öğrendim şimdi çok daha mutluyum’ diyenler doğru söylüyor çünkü yaşananlar hepimizi ister istemez olgunlaştırıyor. Kriterler değişiyor, o nedenle günün birinde beynimizde var olmadığını sandığınız beklentinize hiç uymayan birine âşık olabiliriz” diyor Nörolog Bülent Madi.

Ancak iki aşk arasındaki geçiş süreci biraz uzun ve zahmetli. Zira dengesizce salgılanan ve birbirine giren hormon dengesinin eski haline dönmesi zaman alıyor. Öncelikle gidenin, gitmiş olduğunu kabul etmek lazım ki, hormonlarımız buna hemen izin vermiyor. Özellikle de türü devam ettirme merkezindeki sarsıntılar, kişiden kişiye değişen zaman aralıklarında ancak diniyor. Akıl yürütme merkezinin bulunduğu ön kısım ise kaşları çatık bir şekilde greve gidiyor bir bakıma. Yani saçlarımızı bir yandan diğer yana savurarak; “Bir süre hayatımda kimseyi istemiyorum” dememize yol açan aslında etki içerden geliyor.

Aşkı çağrıştıran tüm görüntülerde yer alan rengârenk kalpler ve uçan balonlar işin masalsı tarafı diyebiliriz artık rahatlıkla. Olan biten her şey beyinle ilgili çünkü. Gelin görün ki ağaç kabuğuna kalp kazımak diğerinden daha kolay.

NELER SÖYLEDİLER?

Leyla Moral – Spor Eğitmeni / 33 yaşında

‘Kalbimi aşka kapamıştım ama bu bir refleks gibiydi.’

“Bundan yaklaşık dört ay önce arkadaşım aracılığıyla biriyle tanıştım. Tabiri caizse görür görmez çarpıldım. İkinci gün çoktan birbirimize âşık olmuştuk bile. Yıllardır tanışıyormuşçasına sürekli beraber olmaya başladık. Beraber olmadığımız zamanlar telefon ve mesajlarla irtibat halindeydik. Aradan bir hafta geçtikten sonra o 15 gün sürecek bir iş seyahatine çıktı. Çıkmasıyla beraber de ses soluk kesildi. Aradığım zaman işi olduğunu söyleyip konuşmaları kısa kesiyordu. Kelimenin tam anlamıyla perişandım. Ayakta duracak halim kalmadığından gece gündüz yataktan çıkmaz oldum. Hiçbir şeye dikkatimi veremiyor, gazete bile okuyamıyordum. Kafamda uçuşan soruların hiçbirine cevap veremiyordum çünkü bu yaptığının geçerli bir nedeni olamazdı. İstanbul’a döneceği tarihi bildiğim için dakikaları sayar hale gelmiştim. Nitekim döndüğü gün son derece sıcak bir sesle arayıp görüşmek istediğini söyledi. Mutluluktan uçuyordum adeta. O hızla bir hafta daha aşkımızı yaşadık. Beraber olduğumuz son gün ertesi sabah için kahvaltı programı yaptık. Sabah erkenden kalkıp hazırlandım ve telefon beklemeye başladım. Tam iki saat de bekledim. Aramadı! Başına kötü bir şey gelmiş olabileceğini düşünüp aramaya karar verdim. Telefon açılmadı. Pozitif düşünmekten vazgeçmeyip akşama kadar bekledim. Korktuğum başıma gelmiş ve bu kez gerçekten ortadan yok olmuştu. Üç gün daha süre verdim. Bu arada telefonu elimden bırakamaz olmuştum. Ona tanıdığım sürenin sonunda acı gerçeği kabul ettim. Belki şaşıracaksınız ama toplam 15 günlük aşkım için durmadan ağlıyordum. Hayattan zevk alamıyordum. Neredeyse bütün gün uyuyor ve kahve içip fal kapatıyordum. Fincanın içinde arıyordum umudu.

O günden beri kalbimi aşka kapattım. Kızgınlık, kırgınlık, güvensizlik, ne ararsanız hepsi var kafamın içinde. Ancak sonbaharla birlikte kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Şimdi artık benimle ilgilenenlere dirsek göstermiyorum hatta hoşuma bile gidiyor. Yine de kararım kesin. Bir daha yoğurdu üfleyerek yiyeceğim.”

 

Müge Tahiroğlu – Öğretmen / 36 yaşında

‘Seçilmiş yalnızlığımla mutluyken, onunla karşılaştım’

“İki yıllık evliliğimin ardından kendimi duygusal açıdan o kadar yorgun hissediyordum ki; seçilmiş yalnızlığımla mutlu olmaya kararlıydım. Ara sıra pes etsem de, bana çok iyi gelmişti… Hepimizin yalnız kalmaya ihtiyaç duyduğu zamanlar olmuştur. Bu ileri taşır insanı… Bu süreç içinde ben de hiç düşünmeden yeni ilişkilere ‘hayır’ dedim. Yeni bir başlangıç için bir tür arınma gibi düşünüyordum bunu. Derken geçmişte kısa süreli flört ettiğim fakat yollarımızın bir şekilde ayrıldığı kişiyle yeniden karşılaştım. Hani yarım kalmış şeyler insanı tetikler ya… Oysa o an ben istemesem de, beynim yeni bir ilişkiye kapalı olduğundan uzak durdum. Geçmişteki kapalılık, bugünkü kapalılığı tetikleyebilir ve bu çok ilginç gerçekten. Belki her şey çok güzel olacaktı ama o an buna hazır değildim ya da beynim öyle direktif veriyordu. Şimdi düşünmeden yapamıyorum. Aşk hayatımızı bu kadar karmaşık kılan biz değil de, beynimiz mi gerçekten?”