Röportaj

And Just Like That… 3. Sezon Dosyası: Kamera Arkası

Annemle birlikte izleyerek büyüdüğüm bu hikâyede, karakterlerin hâlâ dönüşüyor olması bana da alan açıyor. Sarah Jessica Parker, Kristin Davis, Cynthia Nixon, Sarita Choudhury, Nicole Ari Parker ve Michael Patrick King’den üçüncü sezonun duygusunu, yönünü ve gardırobunu dinliyoruz.

Carrie dönem romanı yazıyor, Miranda artık daha rahat, Charlotte hâlâ mükemmel olmaya çalışıyor, Seema öz güvenle koşturuyor ve Lisa… sanırım içimizdeki genç kızı hatırlatıyor.

And Just Like That… üçüncü sezonunda artık “kim kimdir” anlatmıyor. Bunun yerine karakterlerine yeni yollar, yeni kırılganlıklar ve yüzyıl başından ödünç alınmış bir silüet ekliyor. HBO’nun ikonik evreni yaş alırken, hâlâ o Sex and the City’nin arkadaş grubunun güvenli çemberinden sesleniyor bize.

Annemle birlikte izleyerek büyüdüğüm bu evrende, bu kadın grubunun da hâlâ büyüyor olduğunu görmek beni biraz ölümsüzleştiriyor; annemi ise çok daha canlı kılıyor. Bu karakterleri, hikâyelerini ve bizimle birlikte nasıl değiştiklerini izlemeyi seviyorum.

Dizi setine uzanıyor; Michael Patrick King, Sarah Jessica Parker, Kristin Davis, Cynthia Nixon, Sarita Choudhury ve Nicole Ari Parker’dan bu sezonun ruhunu, ritmini ve belki biraz da podyum kıyafetlerini öğreniyoruz.

Michael Patrick King – Dizinin Yaratıcısı

Bu sezon karakterlerin güçlü oldukları kadar kırılgan hâllerini de görmek ilginç.
Bu tamamen bilinçli bir tercih. Eğer bir hikâye şans eseri uzun süre devam ediyorsa, yazar olarak yapmaya çalıştığınız şey şu oluyor: bu karakterlerin farklı yönlerini gösterecek anlar yaratmak. Böylece zamanla daha gerçek birer insana dönüşüyorlar. Çünkü bir karakteri sadece güçlü yanlarıyla değil, zayıflıklarıyla da birlikte anlatırsanız ancak o zaman gerçekmiş hissi verebiliyor. Biz de bu yüzden onların karşısına çeşitli engeller koyuyoruz ki o maskeler biraz olsun düşsün. İnsanları böyle tanırsınız zaten. Tıpkı arkadaşlıkta olduğu gibi: birlikte ne kadar çok şey atlarsanız, o kadar yakınlaşırsınız.

Senaryo grubunda kimler var, nasıl birlikte çalışıyorsunuz?

Yaratıcı ekip de aslında dizinin kadrosuna benziyor: tanıdıklar da var, yeniler de. Sex and the City’den birlikte çalıştığım iki yazar hâlâ benimle; onlar işe aşina olan taraf. And Just Like That… için gelen yeni yazarlar da var, bu sezon aramıza katılan genç yazarlar da. Ortaya çıkan şey ise fikirlerin ve bakış açılarının birbirine karıştığı bir ortam oluyor. Altı farklı kişinin Carrie’yi yazması, Carrie hakkında düşünmesi, onunla ilgili umutlarını ve hayallerini dile getirmesi… ama hepsi birbirinden farklı altı kişi.

Yazar masalarını jüri topluluklarına benzetirim: bir fikir ortaya atılır, herkes fikri tartışır, oylanır. Jüri başkanı benim—yani son kararı ben veriyorum —ama çoğu zaman karar ortak alınmış oluyor zaten. Yazar ekibi yaş, etnik köken ve sosyal arka plan açısından oldukça çeşitli. Ve en önemlisi: herkes bu işi gerçekten önemsiyor.

Bu sezonda özellikle bayıldığın kostümler ya da kombinler oldu mu?

Carrie bu sezon geçmişte geçen bir roman yazdığı için, kostüm departmanı da onun günlük stiline dönem dokunuşları eklemeye başladı. Molly [Rogers], Danny [Santiago] ve Sarah Jessica bu modern görünümlere korse gibi öğeler eklediler. Zaten Vivienne Westwood’un tarzında da bu hep vardır. Tabii sadece korseler değil; düğmeli çizmeler gibi ayakkabılar da o dönemi yansıtıyor. Carrie’nin podyumdan çıkmış parçalarla, “hiç de runway olmayan” şeyleri bir araya getirmesini izlemek gerçekten çok ilginçti. Bir de sezonun ikinci yarısında geçen bir fashion show var ki… Nefes kesici.

Sarah Jessica Parker Carrie Bradshaw

Karakterin hikâyelerini geliştirirken dizinin yaratıcısı Michael Patrick King’le ne kadar yakın çalışıyorsunuz?

Michael Patrick King’le her sezon başında uzun uzun konuşuyoruz. Çekimlerden önce hepimizle tek tek buluşur; aklındaki fikirleri, karakterler için düşündüğü sürprizleri ve seyirciye neler yaşatmak istediğini paylaşır. Ama iş sete geldiğinde, bir karakteri kağıt üstünde düşünmekle onu gerçekten oynamak arasında fark çıkıyor ortaya. Bu da her şeyi daha heyecanlı hale getiriyor. Bazen sadece iki bölüm görünecek biri o kadar iyi oluyor ki bir bakmışız sezon boyu kalmış. Böyle anlar çok yaşanıyor ve hepsi ayrı bir tat katıyor.

Ama özellikle Michael’ın bu sezon anlatmak istediği hikâyeyi çok sevdim. Carrie’nin ilk kez bir roman yazıyor olması beni çok heyecanlandırdı! 1900’lerin başında geçen bir kurguyu kaleme alıyor ama zamanla hikâye, kendi hayatıyla örtüşmeye başlıyor: özellikle de yeni taşındığı evin döneme ait detayları arasında. Bu sürecin hem eğlenceli hem de zihin açıcı bir yanı vardı. Her zaman olduğu gibi zordu ama çok da keyifliydi.

Michael Patrick King, Carrie’nin kostümlerinde zamanla romanından izler görmeye başladığımızı söyledi… Gerçekten öyle miydi?

Evet, bunu bilinçli olarak yaptık. O dönem Londra’da bir tiyatro oyununda oynuyordum, provalar da orada başladı. Kostüm tasarımcılarımız Molly [Rogers] ve Danny [Santiago] Londra’ya geldiler; yanlarında Viktoryen dönemden ve 1900’lerin başından parçalar vardı. Hepimiz bayıldık: silüetler tamamen farklı, başka bir dünyadan gibiydi.

Tam o sırada Michael da Carrie’nin yazdığı kitap fikrini geliştirmeye başlamıştı. Yani her şey çılgın bir şekilde üst üste geldi. Biz de bu estetiği yavaş yavaş diziye nasıl taşıyabileceğimizi düşünmeye başladık. En eğlenceli kısmı da şöyle cümleler kurmaktı: “Bugün o eteği mi giyiyoruz? Çünkü ‘Ben 1912’den kalmayım’ diye bağırıyor da.”

Bu sezon Carrie’nin gardırobunda seni en heyecanlandıran parçalar hangileriydi?

O 1900’lerin başına selam çakan parçaların hepsine bayıldım. Sezonun ilk yarısında bu silüetleri tam görmüyoruz—belki bir iki parça giriyor araya—ama sezon ilerledikçe daha baskın hale geliyorlar ve ben onlara gerçekten aşık oldum.

Charlotte’la birlikte Tiffany’s’e gittiği bir sahne var mesela. Sokakta geçiyor. Oradaki kombini de çok seviyorum. Bir de Aidan’la sokakta geçen bir sahne var… oldukça ilginç bir an ve üzerindeki kıyafet gerçekten muazzam.

Carrie’nin neredeyse tüm bölüm boyunca tek bir kıyafetle kaldığı bir hikâye var: şehir dışına çıktığında kıyafetleri çalınıyor. Üzerinde bir Vivienne Westwood elbise, bir kazak ve ayakkabılar var; bazıları yeni, bazıları ise geçmiş sezonlardan vintage parçalar. O tasarımları giymek harika hissettirdi. Bu sezon bolca Vivienne Westwood görüyoruz: hem güncel koleksiyonlardan hem arşivlik parçalardan.

Sırada ne var? Booker Ödülleri’nin jüri üyelerindensin, sanırım bol bol okuyorsundur?

Evet, şu an en çok ona odaklandım. Konuştuğumuz esnada bile yerde bir kitap açık şekilde duruyor. Boş bulduğum her an okuyorum. Gerçekten de her boş anımdan söz ediyorum.Hatta bazen boş olmayan anları da okuma zamanına çeviriyorum! O yüzden oldukça zaman alan bir süreç. Bir yandan başka işler için senaryolar okuyorum, başka projelerle ilgileniyorum… tabii çocuklar da var, en önemlisi onlar. Hiç yeteri zaman olmuyor zaten ama… önümüzde çok güzel şeyler var.

Kristin Davis Charlotte York

Charlotte bu sezon neler yaşıyor?

Charlotte hâlâ bildiğimiz gibi: “mükemmel anne ve mükemmel eş olma” çabası içinde bir jonglör gibi hayatı dengede tutmaya çalışıyor. Bu onun için hâlâ çok önemli. Sezonun ikinci yarısında, 20’li yaşlarındaki iş arkadaşlarıyla rekabete girme ihtiyacı hissediyor ve onların yaptıklarını yapmaya kalkışıyor ama tahmin edersiniz ki o kadar da kolay olmuyor! Harry’yle ilgili beklenmedik bir gelişme de yaşanıyor; Charlotte için bu da ayrı bir sınav. Ama hayatta bazı şeyler sürprizlerle geliyor ve insanın “Ne yapalım, devam ediyoruz” demesi gerekiyor. Charlotte çevresindeki herkese iyi bakmak istiyor ve elinden gelenin en iyisini yapıyor ama kendisini o kadar arka plana atıyor ki… bu sezon onun için bolca komik an var: Charlotte’ın kendisi yaşananları çok da gülünç bulmuyor olabilir ama izlerken yüzünüzde bir tebessüm garanti.

“Are You a Charlotte” isimli podcast’ini sormadan edemeyeceğiz: Peki sen bir Charlotte mısın?

(Gülüyor.) Evet, ben bir Charlotte’ım! Bu üçüncü podcast teklifi aslında ama diğerleri hiç içime sinmemişti. Sex and the City’yi baştan izleyip üzerine konuşma fikrine ancak şimdi hazır hissettim. Çünkü hâlâ bir aradayız ve And Just Like That… süreci büyük bir keyif. Birlikte yeniden bir şeyler yapabiliyor olmak çok tatmin edici. Şimdi dönüp ilk bölümlere bambaşka bir yerden bakabiliyorum.

Podcast fikrini ilk değerlendirdiğimde Michael Patrick ve Sarah Jessica’ya da danıştım: “Sizce şimdi tekrar izlemem için doğru zaman mı?” diye sordum. Dizide konuştuğumuz temaları, ilişkileri, cinselliği, o dönemde kadınların konumunu düşünmek istedim. Ve sonra bunların hangileri hâlâ geçerli, hangileri artık değil, buna kafa yormak istedim. Bazı şeylerin 2025’te de geçerli olması çok ilginç. Ama bazı şeyler de tamamen değişmiş!

Aynı zamanda bu podcast biraz da kolektif bir hafıza alanı gibi; çünkü o kadar çok anımız var ki. İlk sezonları çekerken kimse kişisel olarak neler yaşadığını çok paylaşmazdı. O zamanın kültürü farklıydı. Şimdi ise diziye tutkuyla bağlı olan insanlarla bir araya gelip “O zamanlar neler yaşanıyordu, biz neler düşünüyorduk?” soruları üzerine konuşmak çok eğlenceli. Hem kendi sesimizi duymak, hem de o sesleri örüp dizinin o dönemki ruhuna dair bir tablo oluşturmak… çok güzel bir his.

Sarita Choudhury – Seema Patel

Üçüncü sezonun izleyiciyle buluşuyor olması sana nasıl hissettiriyor?

Bu sezon için gerçekten çok heyecanlıyım. Çünkü yazın çektik ve yaz tam anlamıyla benim mevsimim! Sıcağı seviyorum. Terlemeyi seviyorum. New York’u, o çekilmez halini bile seviyorum. Hatta sürekli serin bir yer ararken o kaosun içinde koşturmayı da. Bence bütün bunlar üçüncü sezona da yansıdı. Aynı zamanda bu sezonun tonunda çok daha fazla hafiflik ve neşe var gibi hissediyorum. Büyük şeyler yaşanıyor ama yeni arkadaşlıklar zamanla öyle bir derinlik kazandı ki bu sezona o hafifliği, o iç ferahlığını taşıyabilecek bir zemin sağladı.

Sezon boyu giydiğini hatırladığın özel tasarımcılar var mı?

Seema bu sezon bolca Fendi, Balmain ve Kallmeyer giyiyor. Margiela’nın bir kotu var ki… inanılmaz. Araya birkaç Hint tasarımcıyı da sıkıştırıyoruz, mesela Sabyasachi’nin çantaları! Kendisi Kalkütalı ve şu an kariyerinde bir patlama yaşıyor. Onu destekleyebildiğim için çok mutluyum. Bu sezon bolca iç çamaşırım vardı; bunun için özel provalar yapıldı. O sahneleri çekmek ise başlı başına ilginçti diyebilirim çünkü kendime sürekli şunu hatırlatmam gerekiyor: “Bu Sarita değil, Seema.” Ama bir yandan kamera açılarını da düşünüyorsun, “Yatarken bu nasıl duracak?” diye… Tam anlamıyla bir yolculuk.

Neyse ki sette neredeyse hepimiz kadınız. Kostüm tasarımcılarımız Molly [Rogers] ve Danny [Santiago]—Danny kadın değil tabii ama ekip genel olarak öyle. Ben de bu diziyle ilk kez şunu fark ettim: Çevremde kadınlar varken kendimi savunma ihtiyacı duymuyorum. “Anlıyorlar” diyorsun içinden. O yüzden her şey çok daha kolay geliyor.

Cynthia Nixon – Miranda Hobbes

Üçüncü sezonla geri dönmek nasıl bir his?

Gerçekten çok heyecan verici. And Just Like That… başladığında bazı karakterler zaten tanıdıktı ama birçoğu da yepyeniydi. Dizinin tonu ve anlatısı da farklıydı. Tıpkı HBO’daki diğer dizim The Gilded Age’de olduğu gibi, ilk sezonun büyük kısmı karakterleri tanıtmakla ve onların hayatlarındaki yerini bulmakla geçti. Ama üçüncü sezonda artık tam gaz devam ediyoruz. Kim kimdir, kimin kiminle ne ilişkisi var… Artık bunları anlatmaya gerek yok. Herkes yerini buldu, biz de doğrudan hikâyeye dalabiliyoruz.

Bir izleyici olarak her şey çok eğlenceli görünüyor. Çekim süreci de gerçekten öyle mi?

Anı yansıtmakta kötüyümdür ama evet, gerçekten çok eğlenceli. Artık kocaman bir aile gibiyiz, tıpkı gerçek bir aile gibi. Başta küçük bir çekirdek grup vardı ama sonra herkesin eşi, çocuğu, en yakın arkadaşı, sırdaşı derken ekip büyüdü. Sezonun ilerleyen bölümlerinden birinde Charlotte’ın doğum günü partisi var mesela, kalabalıkça bir sahne. O buluşmada gümüş, tek omuzlu bir tulum giyiyorum ve sanırım o kostümü bir hafta boyunca çıkarmadan giydim!

Kostümlerle devam edelim madem: Özellikle bayıldığın bir parça ya da çekim sonrası eve kaçırmak istediğin bir şey oldu mu?

Zaten genelde istediklerimizi almamıza izin veriyorlar, tabii eğer tasarım ödünç alınmadıysa. Benimkiler genelde ödünç olmuyor. Ama o gümüş tulumu almadım! Hayatta işime yarayacağını pek düşünmedim açıkçası. Miranda artık kurumsal bir avukat olmadığı için hayatı da çok daha rahat; ben de sette giydiği ev tişörtleri, kot pantolonlar ya da rahat ayakkabılar gibi şeyleri aldım. Ama tasarımcıların ismini hatırlamakta hep berbattım, üzgünüm!

Nicole Ari Parker – Lisa Todd Wexley

Üçüncü sezona geri dönmek nasıl bir histi?
Üçüncü sezon bol sürprizli ve bol olaylı. Her anı ayrı heyecan doluydu. Her provada hepimiz “Şimdi ne olacak acaba?” diye diken üstündeydik.

Dizi her zaman pek çok şeyi bir arada anlatıyor ama bu sezon yas gibi büyük temaları da işliyor. Spoiler vermeden: seni özellikle şaşırtan bir şey oldu mu? Yeni bölümlerin senaryosu eline geçtiğinde ne hissediyorsun?

Bu senaryolarla ilgili en özel şeylerden biri, yazar ekibinde pek çok kadının olması. Çoğu da yazdıkları şeyleri bizzat yaşamış kişiler. Bence bu diziyi bu kadar büyülü yapan şey de tam olarak bu. Hikâyelerde yetişkin meseleleri var: üniversite çağında çocuklar, uzun ilişkiler, evlilikler, yeniden âşık olmak gibi. Ama bütün bunların içinde hâlâ o küçük kız var: kendine güvenemeyen, ne yapacağını bilemeyen, arkadaşlarına danışmak zorunda kalan… tıpkı lisede olduğu gibi. Ve o hâl aslında hiç gitmiyor. Bu dizi ise sana, o genç kızı yanına alıp yola devam etmen için izin veriyor. Onu güvende tutman için bir alan açıyor.

Topuklularla hâlâ rahat edemiyor olabilirsin. Birini aramak seni hâlâ gergin hissettirebilir. Ev hayatınla kariyerin arasında hâlâ sıkışıp kalmış olabilirsin. Ama bu seni eksik yapmaz. Ben bu “büyümüş ama hâlâ hiçbir şeyden tam emin olamayan” hâli çok seviyorum.

Kapak / Fotoğraflar: Craig Blankenhorn/Max

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>>  “And just like that…”in üçüncü sezonu hakkında tüm bildiklerimiz

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.