İpek Naz Çınar, yeni çıkardığı şarkısı “Kendime bi’ sözüm var” ile yalnızca kendi iç sesini değil, birçok kadının bastırdığı, ertelediği, dile getirmeye cesaret edemediği duygulara da alan açıyor. Dizelerinde aşk, kırılganlık, umut ve isyan yan yana duruyor; siyah-beyaz ikiliklerinin ötesinde, grilerin de bir yaşam alanı olduğunu sakin ama kararlı bir sesle fısıldıyor. Bu röportajda onunla, sadece bir şarkının değil; bir duruşun, bir yolculuğun ve kolektif bir dönüşümün izlerini konuşuyoruz.
Röportaj: Sude Ilgın Sak
Fotoğraflar: Bilge Sena Öztürk
Röportajımıza seni biraz daha yakından tanıyarak başlayalım. İpek Naz Çınar nasıl biri? Seni sahnede ve hayatın içinde “sen” yapan şeyleri nasıl tanımlarsın?
Sürekli değişen hayat dinamiğinde kendi olmaya çalışan biriyim. Hedeflerime ulaşmak için çabalıyorum, üretmeye çalışıyorum, hayallerimin peşindeyim. Farklı kimliklerim var. Kurumsal ve sanatçı kimliğim. Beni ben yapan şey ise sanırım duygularımı olduğu gibi kabul edebilmek. Aynı gün içerisinde bir çok kez ağlayıp bir çok kez gülebilirim ve bu benim normalim. Çok hızlı role girebiliyorum. Bazen çok düşüyorum, arkadaşlarımı arıyorum ‘Bu olmayacak galiba, şarkı dinlenmeyecek nasıl yapacağım” diye ağlayıp zırlıyorum. On dakika sonra kapatıp hiç bir şey olmamış gibi sakinleşip modumu yakalamışım ve video çekip hikayeme koymuşum. Arkadaşlarım da alıştılar bu hallerime. Gülüyorlar bana. Diğer önemli bulduğum özelliğim mücadeleci ruhum. Hayalperest ama aynı zamanda gerçekçi biriyim. İkisinin dengesini bulmaya çalıştığım bir yolculuk işte hayatım. Neyi istersem onu yaşadığımı hayal edebiliyorum ve ona tutunuyorum. Sıfırdan gelen bir sanatçı olmak motivasyonu kendi kendine üretebilmek ve insanları kendine inandırmak demek. Bu da iyi bir motivasyon kontrolü demek. Neyse ki bunu yapabilen biriyim, heyecanlı ve kaygılı bir insan olmam bu noktada çok işime yarıyor. Bir yandan da hala kendimi bulmaya çalışıyorum. Sanırım bu sonu olan bir şey değil.
“Kendime bi’ sözüm var” ifadesi kişisel bir yemin gibi duyuluyor fakat aynı zamanda kolektif bir duygunun da tercümesi gibi. Bu sözü ilk içinden geçirdiğinde hangi duygu patikasında yürüyordun?

Hayat bir farkındalık yolculuğu bence. Hepimizin savunma mekanizması olarak geliştirdiği bazı alışkanlıkları var. Koruma içgüdüsü ve hata yapmama arzusu insana duvarlar ördürüyor. Bunların hepsinin bana ait olmadığını ve beni çok köşeli biri yaptığını fark ettiğimde, bu duvarların dengesini bulmak için kendime zaman zaman sözler veririm. Telkin sanatı gibi… İyi geliyor. Şarkılarımda da genelde kendimle konuşurum zaten.
Şarkıyı “Korkular ve belirsiz yarınlar” cümlesiyle açıyorsun; o satırları defterine yazdığın anı düşündüğünde, seni bu kelimelere iten kritik eşik neydi?
Ben çoğu şeyi kontrol etmeyi, plan program yapmayı seven biriyim. Bu da aslında bazı kırgınlıkların bir sonucu, bir tepkim bence. Belirsizlikten hoşlanmıyorum. Akışta olmak, her zaman zorlandığım ve üzerine çalıştığım bir konsept. Bu şarkıyı, belirsizlikle baş etmeye çalıştığım ve çok zorlandığım bir dönemde yazdım. Cevabını bilmediğim şeylerden genelde kaçarım. Sonuç odaklı düşünmek her zaman iyi gelir ama hayat öyle bir şey değil ya… Birçok şeyi bildiğimizi sanıyoruz ama aslında hiçbir şey bilmiyoruz. Genel olarak bununla yüzleşiyorum bu sıralar. Kaçmak, gitmek kolay. Ben bu belirsizlikle baş edebilmeyi istedim aslında. Bunu başarırsam, bu sözü tutabilirsem, sanki her şeyi yapabilirmişim gibi…
“Ya senin ya benim yolum değil. Tek yol sözüm mü var?” dizesi çok güçlü. İlişkilerde mutlak doğrulara mesafeli, çoğulcu bir yerden konuşuyorsun. Bu bakış, bugünün aşk ve ilişki anlayışına nasıl bir eleştiri getiriyor?
Doğruların ve yanlışların öğretildiği, çoğu fikrin bize değil ailemize ve toplumumuza ait olduğu bir çocukluk geçiriyoruz çoğumuz. Ve gözlemliyorum ki, daha kolay olduğu için bize hep tek yol ve etiketler öğretiliyor. “Şöyle yapıyorsa böyledir, böyle yapıyorsa şöyledir” gibi kalıplarla yaşıyoruz. Çünkü kestirip atmak daha kolay. Ama bence ilişkiler, hayat hiç böyle bir şey değil. Hiçbir şeyin bir “zorunluluğu” yok. Tek bir yol da yok. Siyah-beyaz hiç değil. Çaba göstermek gerekiyor. Bunu çok iyi becerebiliyorum demiyorum, yanlış anlaşılmasın; ama amacım hep daha esnek olabilmek. O yüzden manifesto gibi “Kendime bi sözüm var” diyerek şarkı yaptım; bunu başarabilmek için.
Sence ilişkilerdeki birçok “doğru-yanlış” kodu, aslında geçmişten taşıdığımız travmalardan mı besleniyor? Fark etmeden kendi yaralarımızın diliyle mi konuşuyoruz?

Tabii canım, direkt geçmiş ve bize öğretilenler. Hatta küçük yaşlarda gördüklerimiz… Kendimizi korumak için belli başlı doğru ve yanlışlar belirleyip duvarlar çekiyoruz. Anne babamızda, çevremizde gördüğümüz yanlışlara dikkat kesilip biriyle tanışınca ilk dikkat ettiğimiz şeyler onlar oluyor. Sonra çoğu zaman galiba, yaralı olduğumuz yerleri sınayacak insanları bulup kendimizle yüzleşiyoruz.
Herkesin bağırarak ‘netlik’ talep ettiği bir dönemde, sen ‘grilerde kalmak’tan söz ediyorsun. Siyah veya beyaz değil. Toplumun “checklist” ilişkilerine karşı senin “katı kurallara gerek yok” manifestonun mayası nerede tutuyor?
Dediğim gibi, netlik hepimizi rahatlatan bir şey. Ama tek başımıza yaşamıyoruz ve ilişkiler bizden ibaret olmadığı için, netlik çoğu zaman mümkün olmuyor. Hayat net değil zaten. Her şey bu kadar değişkenken, başkasından ve kendimizden her zaman netlik bekleyemeyiz ki? Ne zaman öleceğim belli değilken, bazen net olma çabası bana bile saçma geliyor. Ama işte, belirsizliği sevmediğim için de sınır çekmek zorunda kalıyorum. Sürekli bu dengeyi bulmaya çalışıyorum. Netlik talep etmek çok doğal ve bence insanlar kendilerini tanıyıp, ne istediklerini bilip ona göre hareket etmeliler. Ama hayatta bazı şeyler siyah-beyaz olduğu gibi, bazı şeyler de gri. Her şey o kadar net olamaz. Bence grilerde huzuru bulmayı da iç dünyamızda öğrenebilmeliyiz. Ben ona çabalıyorum. Çünkü hayat sürekli netlik isteyince gerçekten çok zor. Deli ediyorum bazen kendimi… O yüzden grilerde yaşamayı öğrenmek gerek.
“Sakladığım umutlar” derken kimi zaman kırılgan, kimi zaman direnen yanını gösteriyorsun; umut senin için bir hedef mi, bir tutunma biçimi mi?
Kendime verdiğim bir sözü tutmak için burada da açık olacağım şimdi. Bu bence çoğumuzun yaptığı bir şey. Ben değer verdiğim insanlara karşı içimde hep umutlar ve beklentilerle yaşarım ama bunları dışarıda çok belli etmem. Çünkü söylersem ve o beklentiler karşılanmazsa çok kırılırım, çok üzülürüm. O yüzden duygularımı ve beklentilerimi konuşmayı becerebilen biri olsam da, içimde saklamak hep ilk başvurduğum yol olur. Çok sevdiğim insanlara karşı beklentim olduğu için doğal olarak da kırılganım. Umut benim için olmazsa olmaz bir şey. Evet, hedeflerim var umut ettiğim… Ama aynı zamanda bu bir tutunma biçimi. İstediklerimi gerçekleştiremesem bile bir gün, onları umut ederek yaşamam lazım, tutunmam lazım.
Şarkılarında duygularla hesaplaşmak kadar, onlara alan açmak da var; bir duygunun seni ele geçirmesine izin verdiğinde, o anı yaratıcı üretime nasıl dönüştürüyorsun?
Şarkılarımı iç dünyamda duygularımı akıtabildiğim yer olarak görüyorum çünkü günlük hayatta ve dışarda duygusal olmaya çok yer olmuyor maalesef. Ben öyle bir denge bulduğum için hissettiklerimi en saf haliyle kâğıda dökmeye çalışıyorum, sansürlemeden, düşünmeden. Hissetmeye ve açık olmaya alan tanımaya çalışıyorum işte şarkıları yazarken. Alan açmak benim için çok önemli bir şey. Şarkılarım da buna hizmet ediyor. Benim şarkımı dinleyip birinin bir duygulanması (hüzün, üzüntü, mutluluk, heyecan hiç fark etmez) benim en sevdiğim şey.
Şarkının bastırılmış hisler, atılamayan mesajlar ve aynada kendine yabancılaşma motifleri, pek çok kadının hem kendini hem de aşkı keşfetme hikâyesine tercüman oluyor; dinleyicinin iç sesiyle buluşmasına nasıl rehberlik etmeyi umuyorsun?

Evet, maalesef bize, kadınlara genelde kendimizi bastırmak ve belli rollere girmek öğretiliyor. Birçok kadın, kendini keşfetmek için bile savaşlar verip suçluluk duygusuyla baş etmeye çalışıyor. Ben de bu kadınlardan biriyim sonuç olarak ve şarkılarımı kendi yaşantım ve gözlemlerim üzerinden yazıyorum. Beni dinleyen insanların benimle ortak bir histe buluşmasını umuyorum ve dinleyip yalnız olmadıklarını hissetsinler istiyorum. Çünkü ben de dinlendikçe ve yorumlar aldıkça yalnız olmadığımı hatırlıyorum. Yükler bir anda hafifliyor.
“This is what I want ya” diyorsun, bir gün anlaşılabileceğini umuyorsun… Peki, isteklerimizi dile getirmenin hâlâ “fazla” görüldüğü bir dünyada, kendi arzularının peşinden gitmek senin için ne kadar devrimsel bir şeydi?
Ben Ankara’lıyım. Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde elimde yazdığım dizeler ve mırıldandığım besteler dışında hiç bir şey yoktu. Bu konuda insanlardan çok geride olduğumu hissedip korkmuştum yalan yok. Üç yıl önce ilk şarkımı yayınladım ve bunu yapabilmek bile benim için büyük bir başarıydı. Bu süreçte hiç bilmediğim bir yolda kendi yolumu çizmeye çalışıyorum. Bir yandan mesleğime devam edip bir yandan sanatçı olduğum bir hayat yaşıyorum. Açık konuşmak gerekirse ailemde sanatla ilgilenen hiç kimse yok. Ailem, arkadaşlarım ve bana inanan bir sürü insan var ama müzik dünyasında gerçekten sıfırdan kurduğum çevremle bir şeyler üretmeye, başarmaya çalışıyorum. Kendi enerjime ve yapabileceklerime güvenmekten başka çarem yok çünkü her zaman anlaşıldığımı hissetmiyorum. Sanırım bu yüzden şarkılar yazıp söylüyorum. Benim istediklerimin sorulmadığı, benim kazıyarak almak zorunda olduğum bir hayat yaşıyorum – birçok kadın gibi. Bu bizim kültürümüzde çok büyük bir problem. Kadınların her anlamda fedakârlık yapmasının normalleştirildiği bir toplumuz. Toplumsal cinsiyet rolleri ve kalıp yargılar tonla. Kendi isteklerini gerçekleştirmek için yol bulacak kadar güç ve cesaret hissedemeyen, hissetse bile engellenen ya da desteklenmeyen kadınlar görerek büyüdük çoğumuz maalesef. Bunların farkında olan genç bir kadın olarak tabii ki hayatı bir başkaldırı gibi yaşıyorum çünkü zinciri kırıyorum. İstediklerimi gerçekleştirmek benim en büyük hedefim. O yüzden şarkılarımda da kendi isteklerime odaklanıyorum. İlham olmaya çalışıyorum. İstediğim şeyi sesli söylemek benim için devrimdi. Tüm kadınlara da ilham olsun isterim.
Kadınlara hâlâ fısıldanan “sabırlı ol, alttan al” gibi görünmez kuralları şarkılarında yırtıyor ve cesaret bayrağını çekiyorsun. Bu isyan ateşini günlük hayatında nasıl taşıyorsun?
Seçtiğim kelimelerle, durduğum yerle, hayır diyebilmeyle, kendi istediğim gibi yaşamakta ısrar ederek taşıyorum. Çünkü bize hep “idare et, alttan al, büyütme” öğretildi ama ben artık büyütüyorum. İyi ilişkiler için, sevdiğin insanları idare etmek ve uzlaşabilmek orta yolu bulabilmek başka bir şey, kendini tamamen unutup başkaları için yaşamak, maruz bırakılmak başka bir şey. Maalesef bize maruz bırakılmanın çok normal olduğu öğretildiği için ben bile bazen fark etmekte zorlanıyorum o kadar alışmışız ki. Ama hayır diyorum, içimde bir yer hep “böyle olmak zorunda değil” diyor. Bunu önce kendime, sonra başka kadınlara hatırlatmak istiyorum. Her gün kendim olabilmek zaten başlı başına bir isyanım bence. Şarkılarım da bunun sesi oluyor. Çünkü sessiz kalmak bana göre değil.
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> “Unbothered queens”: Neden ‘özür dilemeyen’ kadınları seviyoruz?