Lidya Pınar’ın gruba seçildiğinde söylediği sözleri hatırlatarak başlamak istiyorum: “Benim hayalim sahnede olup dans etmek ve şarkı söylemekti ve ben bu hayalimi insanlara söylemekten gerçekten çok çekindim çünkü bunun gerçekleştirilebilecek bir hayal olduğunu düşünmüyordum. Ve ben uzun süre hayal kurmaktan çok korktum.” Bu sözlerin arkasındaki tabular, yeteneklerin sadece şans eseri keşfedildiği ve çoğu zaman desteklenmediği bir toplumda büyümenin doğal bir parçası. Kadınlar içinse bunun yanında, sahnede nasıl göründükleri, ne giydikleri, ne kadar özgür oldukları üzerine ek sorgulamalar geliyor.
Çocukları ve gençleri gerçekten olumsuz etkileyecek şeyleri tanımlamam gerekirse, onların özgür düşünme kabiliyetine ve hayal dünyalarına ket vurmak diyebilirim. Sorgulayıcı düşünme yetisini kazandırmak zor olsa da, onu elinden almak çok daha kolaydır. Türkiye’de sanatın ve kadın performansının sınırları yıllardır dört duvar arasına sıkıştırılırken, altı genç kadının dansı yüzünden “teşhirci” etiketini alması, bu ket vurma oyunun yeni bir perdesidir. Sanat, kendini özgürce var edebilmenin alanı olmalıdır. Manifest ilk kez sahneye çıktığında “yeni bir gençlik manifestosu” olarak tanımlanacakları belliydi. Ama Susan Bordo’nun da dediği gibi, kadın bedeni çoğu zaman toplumun “ahlak aynası” olarak görülüyor. Manifest’in yaşadıkları da tam olarak bunu gösteriyor: sahnedeki dansları bir anda kamusal ahlak tartışmasının malzemesine dönüştü.
Sahneye çizilen sınır

Fotoğraf: Lal Ece Ersoy / Manifest
Grubun kurulmasının ardından birkaç ay geçtikten sonra, hayallerini gerçekleştirebilecekleri bir alan sunulan altı kız, aylar içinde ulaşılması zor bir başarı elde etti. Küçükken hayal kurdukları sahneler vardı; şarkı söylemek, dans etmek, kendilerini göstermek… Her provada, döktükleri her terde bu hayallerinden güç alarak devam ettiler. Şu an çok başarılı bir albümleri ve Türkiye genelinde yok satan konserleri var. Onların başından beri desteklerken, her konserlerini izlediğimde gururdan gözlerimin dolmasını karşı koyamıyorken kafamın arkasında tek bir korku vardı: Ya onları da engellemeye çalışırlarsa, yeni dönemin gençlerine “bir şeyleri başarmanın hala mümkün olduğunu” bir kez daha nasıl göstereceğiz?
Bugün, adında dahi 18 yaş üstü olduğu net bir şekilde belirtilen konserlerinden sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı sahnede sergilenen dansı “hayasızca hareketler” ve “teşhircilik” gerekçesiyle soruşturmaya dönüştürdü. Bazı milletvekilleri ve siyasi çevreler, “ahlak polisi”vari bir bakış açısıyla olaya müdahale ederek sahnedeki kadınların hareketlerini sorguladı. Ama sanatçılar ve müzik camiasından tepkiler anında geldi. Ceylan Ertem ve Ezhel gibi isimler sosyal medyadan destek mesajları paylaştı ve “Bu bir saldırıdır” diyerek olayın kadınların özgürlüğüne dair bir mesele olduğunu hatırlattı. İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi ise bunu, kadınların kamusal alanda var olma hakkına ve ifade özgürlüğüne yönelik cinsiyetçi bir müdahale olarak yorumladı. Sosyal medyada tartışmalar hızla yayılırken, konserin soruşturmaya konu edilmesi aslında sanatın ve kadınların kamusal varoluşunun ne kadar kolay gözetim ve sınırlamaya tabi tutulduğunu gösteriyor.
Odak noktamızı değiştirmeliyiz

Fotoğraf: (Manifest Kızları Burs Fonu) Kaynak: Türk Egitim Vakfı
Manifest üyelerinin bedenlerine yönelik saldırılar ve iptal edilen konserleriyle öne çıkması ayrıca üzücü. Konserlerinden önce kombinleriyle çekildikleri fotoğraflar sansürlenerek ve çeşitli ithamlarda bulunularak paylaşıldı; oysa kızların son günlerde duyurduğu, TEV Vakfı’na kız çocukları için açtıkları fon ve konser gelirlerini bağışlamaları hakkında çok az yorum yapıldı. Sanatlarına dur demek için yapılan hamlelerin daha yüksek sesle konuşulması, kadınların birbirine destek olmasının yoluna bile taş koyulmasının kanıtı niteliğinde.
Manifest’i konuşurken odaklanmamız gereken tek nokta, gelecek nesle verdikleri umutlar ve cesurca yeteneklerini ortaya koymaları olmalıdır. Ancak genç kadınların yaptıklarını desteklemeyi öğrenebildiğimizde, gelişime açık bir toplum olabileceğiz. Sessiz bir toplum ise, bireylerin kendilerini keşfetmeye asla şansı olmayacak toplumsal tabuların fanusunda kaybolmaya mahkum olacaktır.
“Çocukları ve gençleri olumsuz şekilde etkileyebilir” gerekçesiyle başlatılan bu soruşturma üzerinden düşündüğümde, çocukları gerçekten olumsuz etkileyen şeyin, onların hayal kurma ve kendilerini özgürce ifade edebilme alanlarının ellerinden alınması ve kendi zihinsel kalıplarımıza sıkıştırılması olduğunu söylemek isterim. Bu yazıyı, eline kumandayı, mikrofonu alıp bir gün o sahnede olabileceğine inanan tüm küçük kızlara adamak istiyorum. “Elalem ne der?”, “Zaten yapamam ki.”, “Sanatım aykırı kalırsa?” gibi seslerle büyürken hayallerine ulaşabilmeleri ve onlara güvenli bir alan sunabilmek için her gün direnmeye devam edeceğiz.
Fotoğraflar: Manifest @m6nifestgirls
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Hiç uzakta değil: Eril bakışın bilinçdışı yükü