Eurovision sahnesinden yardım konserlerine, Jamala’nın sesi bir halkın travmalarını, sürgün anılarını ve direnme hakkını taşıyan bir hatırlatıcı. Köklerinden aldığı güçle sahnede kalıyor, korktuğu halde konuşuyor, sesi kısılsa da şarkı söylüyor.
Çeviri: Rubin Ürün

“Bence ailem hakkında bir kitap yazsam ya da film yapmak istesem, türü dram olurdu.” Diye başlıyor anlatmaya Jamala. Ve devam ediyor: “Buna rağmen çocukluğum ve ailem çok mutlu geçti. Kırım’dan olan tüm anılarım büyük bir şenlik gibi: bolca lezzetli yemek, müzik, kız kardeşler, erkek kardeşler, yaz, deniz… Her zaman bir araya gelinirdi. Evimizi hatırlıyorum… Ama hiç öyle sadece anne, baba, ben ve kız kardeşimden ibaret değildik. Her akşam büyükannemle büyükbabam yemeğe geldiğinde, muhabbet sürgün hatıralarıyla başlardı. Çocukluğumda, tüm çocuklar gibi, bu durum beni rahatsız ederdi: Neden hep kötü şeyleri konuşuyoruz, neden o zamanları hatırlıyoruz?
Dedem şöyle derdi: ‘İşte burada pilavınız, tandır ekmeğiniz var ama bizde ekmek bile yoktu.’ Ama zamanla, müzik okuluna yeni girdiğimde, 14 yaşındayken hafta sonları eve döndüğümde bunlar çok daha anlamlı hale geldi. Sorular sormaya başladım, detayları öğrenmek istedim: nasıl sürüldüler, ne zaman geldiler, yanlarına ne yiyecek alabildiler, askerler ne dedi?
Anılara ve detaylara artık ben ilgi gösteriyordum. Evet, bizim ailemiz hikayelerle dolu, geçmişten gelen hikayelerle. Kendimi mutlu biri olarak görüyorum çünkü sağlam bir temelim var; bir yerden durup dururken çıkmadım. Kesinlikle köklü bir geçmişim var ve nereden geldiğimi kesin olarak biliyorum.
Kendini tanıyamamak, ne istediğini bilememek gibi günümüzdeki modern psikolojik sorunların aileyle de ilgisi var bence. Çünkü insanlar maalesef bazen aidiyet hissinden yoksun oluyor. Bu sadece “anne ve baba” ile ilgili değil hikayemiz, bağlarımız; hiç bilmediğin ama sormazsan asla öğrenemeyeceğin anılarla ilgili. O yüzden benim için Kırım hakkında konuşmak belki de hiç tanımadığım, tanımak istediğim, hayalini kurduğum Kırım hakkında konuşmak anlamına geliyor. En büyük hayalim ailemin birbirine çok iyi davrandığı, her şeyin bir şenlik olduğu, yemeklerin, müziğin hiç eksik olmadığı bir Kırım.”
Aşağıda, 2016 yılının Eurovision galibi Jamala’nın Tiflis Moda Haftası’nın Mercedes‑Benz Edition’ını başlatan Sofia Chkonia’yla sohbetini okuyabilirsiniz.

Aileniz… ve sadece sizin aileniz değil, tüm Kırım Tatarları… Dedeniz hakkında okudum; sürülmüşler, sürekli baskılarla yaşanmış. Bu durum kişiliğinizin şekillenmesini, mücadele etme ihtiyacınızı, güçlü olma isteğinizi etkiledi mi? Tarih, hayat yolunuzu etkiledi mi?
Muhtemelen. Atalarımdan bana savaşma arzusu geçti diye düşünerek yaşamıyorum ama mutlaka bir etkisi vardır. Çünkü müzikle ilgilenmem, üç yaşında şarkı söylemeye başlamam tesadüf değil. İlk albümüm, Kırım’da kaydettiğim, Kırım Tatarca’sıydı. Dokuz yaşındaydım, solfej öğretmenim beni Simferopol’deki radyoya götürdü, kaydettik ve bu şarkı uzun süre radyoda çaldı.
Benim için çok önemli bir andı, köklerimle ilgili bir hikayeyle ilgiliydi. 2014’te işgalden sonra belki de düşmanın bu kadar yakında olduğunu yeterince hissedemedik. Belki biraz çocukça davrandık. Kendimden değil, genel ruh halinden söz ediyorum.
Ama 2022’de tam ölçekli işgal başladığında, 2014’ü çok net hatırladık ve bunun mantıklı olduğunu anladık: Kendi evinde yaşıyorsun, komşun gelip “Ben bu odayı sevdim, burada kalacağım” diyor. Sen de “Tamam, kal” diyorsun. Tehlike hissetmiyorsun, ciddiye almıyorsun. Çünkü daha önce böyle bir şey yaşanmadı.
Bence bu miras kalan mücadele ruhu, benim karakterim, mentalitem. Özellikle QIRIM albümünü hazırlamaya başladığımda, Kırım Tatarlarına ait eski şarkılar var. Her biri Kırım’daki farklı bir şehirden geliyor: Yalta, Simferopol, Sivastopol, Canköy, Kerç… Yani bu adaya farklı şehirlerden bakıyoruz.
Ve şunu görüyoruz: Bu şehirde Kırım Tatarları deniz kenarında yaşıyorlardı, belirli bir zihniyete sahiptiler; steplerde yaşayanlar farklıydı, dağdakiler bambaşka. Ama hiç beklemediğim bir şey buldum: Tıpkı iPhone’u icat etmiş Steve Jobs gibi hissettim. Her şarkıda, mutlaka sevgi, yalnızlık, mücadele ve özgürlük düşüncesi var. Yani farklı köşelerden Kırım Tatarlarının ortak bir yönü varmış: adalet için savaş ve sadakat.
Şarkıların hepsinde bu temanın olması tesadüf değil, genlerimden geliyor diyebiliriz. Bazı insanlar laktozu sindiremez, ben de adaletsizliğe karşı bir tahammülsüzlüğe sahibim. Gördüğümde susamıyorum. Evet, sadece şarkıcı olmak daha kolay: güzel bir elbise giy, çık, gülümse, ekranda hoş görün. Ama bu 10 yıl işgal altında, 3 yıl tam anlamıyla savaşta, şimdi de Rusya’nın arama listesinde olmak kolay değil… ama savaş bu, kimin için kolay ki?
Savaşın başından beri dünyayı geziyorsunuz, yardım topluyorsunuz. Sayenizde insanlar hem Ukrayna’yı hem de Ukrayna müziğini daha çok tanıdı. Başlarda insanlar daha mı ilgiliydi, şimdi neden daha az yardım ediyorlar?
Savaşa alıştık. Bu normal değil ama ilerliyoruz. Para topluyoruz, ülkede işletmeler açılıyor, insanlar daha fazla kazanmanın yollarını arıyor çünkü daha çok yardım etmek istiyorlar. Durmuyoruz. Çok seyahat ediyorum, her yerde Ukrayna hakkında konuşuyorum, konser veriyorum, yardım topluyorum ama gittiğim her ülkede insanlara teşekkür etmekten hiç yorulmuyorum: Avustralya’da, Washington’da, Paris’te…
Politik süreç her zaman zor olacak, asla kolay olmayacak. Ama insanlar hala yardım ediyor: kapılarını açıyorlar, yemek veriyorlar, kadınları geçici olarak evlerine alıyorlar ve bunların hepsi sevgimizi ve dikkatimizi hak ediyor. Bizim görevimiz bu ilgiyi ve sevgiyi sürdürmek. Avrupa ve ABD’nin alışması çok doğal. Artık haberlerde bile az yer alıyoruz. Her sabah bizim yıkımımızla, ölümlerimizle uyanamazlar. Onların yaz festivalleri var, hayat devam ediyor. Biz acı çekiyoruz, savaşıyoruz. Bunu insanlara açıklamak çok zor.
Mesela İzlanda, Reykjavik’teydim; UNICEF konseri, çocuklar için bağış topluyoruz. İlk kez İzlanda’dayım: yosunlar, gayzerler, etrafın güzelliği… Bu insanlara bizim orada öldüğümüzü nasıl anlatayım? Onlar için çok uzak, bu acı onları sarsmıyor. Ben Reykjavik’teyken Mariupol işgal altındaydı. Canlı yayında şunu söyledim: Şu anda İzlanda’da 430,000 kişi var, Mariupol’de ise 500,000 kişi yiyecek ve su olmadan yaşıyor.
Müzisyen arkadaşımızın ailesi 10 gün boyunca karı eriterek hayatta kalmış. Resmi olmayan verilere göre 100,000 kişi ölmüş. Bunu söylediğimde yüz ifadeleri değişti. Gerçeği hikayelerle anlatmak, unutmamak… belki de tek yol bu. Rus propagandası her gün aktif: film yapıyorlar, Oscar alıyorlar, sürekli bir şey yapıyorlar. Bizim iki katını yapmamız lazım. Bucha hakkında film çekmeliyiz, Monica Bellucci oynasın mesela. Bu korkunçlukları göstermeliyiz. Karşı propaganda gerekiyor. Guy Ritchie gibi biri, bilemiyorum… senaryolar gerçek olaylara dayanmalı.
Kitlesel mezarlar… Hepsini göstermeliyiz. Evet, kulağa çok acımasız geliyor ama işe yarayan tek yöntem bu oldu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra. Schindler’in Listesi mesela, izleyince “Bir daha asla” diyorsun. Ama biz şu an, Ukrayna’da, “bir daha asla”nın tekrarlandığına tanıklık ediyoruz.
Ben bir müzisyen olarak, kalpten konuşuyorum. İnsanların eksikliği ne? Bilgi. Bu müzikle de verilebilir. Kennedy Center Honors’un kapanış törenine davet edildim. U2 grubuna Amerikan müziğine katkılarından dolayı ödül verdim. Sanki uzaya çıktım. U2’ya ödül verdim ve U2 şarkısını Hozier ve Brandi Carlile’la birlikte söyledim. Ve o şarkıya Ukrayna marşından satırlar ekledim. Bu bir mesaj oldu. Törenin son şarkısıydı, tüm ABD’liler izledi. Küçücük bir zafer. Filmler çok güçlü: siyasette, diplomaside… Bu hikayeler canlı tutulmalı, geliştirilip gösterilmeli. Yapabileceğimiz en kötü şey “Yeter artık, ne olacaksa olsun” demek. Çünkü öteki türlü biz artık olmayacağız.
Güçlü bir kişiliksiniz. Korktuğunuz anlar oluyor mu?
Yüzde yüz. Kaybolmuş hissettiğim anlar oluyor. Benim için böyle bir an, Sydney’den Kiev’e Noel konseri çekimi için döndüğümdeydi. Konseri çektik, sonra haberlerde Moskova’da benim yokluğumda tutuklandığım ve uluslararası arananlar listesine alındığım yazıyordu. Ne olduğunu anlamadım ama gerçekten korktum.
İnsanlar yorumlarda destekliyordu, “ Ne güzel olmuş, tebrikler” yazıyorlardı ama ben ne yapacağımı bilmiyordum ve korkuyordum. Kendim için değil çünkü bu yolu ben seçtim; ne istersem, ne düşünüyorsam özgürce söylüyorum. Sarayda şarkı söyleyen biri değilim, kimseye bağlı değilim. Tamamen özgür biriyim, yaşadığım acıyı, gördüklerimi yansıtıyorum. Ama çocuklar için çok korkuyorum. Çünkü bu çeteci gücün artık sınırları kalmadı, uzun zamandır terörist gibi davranıyorlar. Elbette ailem için, anne babam için, çocuklar için korkuyorum. Beni bir sınır kapısında yakalarlarsa, ülkemin beni savunmasını isterim. Bunu bir Ukrayna vatandaşı olarak isterim.
Hayatınızdaki en unutulmaz an neydi?
Hayatımda ilk kez hissettiğim bir şeyden bahsedebilirim: 24 Şubat 2022, sabah 5’te, eşim Bekir beni uyandırdı ve “Başladı” dedi: Rusya saldırmıştı. Böyle bir şeyi daha önce hiç hissetmemiştim: vücudum buz kesmişti, bir girdabın içindeymişim gibi hissettim. Büyük oğlumun odasına yürüyordum ama sanki çok yavaş gidiyordum. Sanki bedenim bana ait değilmiş gibi ağır ilerliyordum. Ne olduğunu bilmiyorum. İnsanlar bu hale şok diyor.
Birkaç saat sonra, mutfakta bir video çektim ve Ruslara seslendim; hala onlara hitap ediyorduk, bu yaşananların gerçek olamayacağını söylüyorduk. O videoyu 5 milyon kişi izledi, halbuki benim takipçi sayım 1 milyon bile değildi. O an bir dönüm noktasıydı: Beni izliyorlardı. Her şeyi aktarabilirdim. Çocuklarımla birlikte arabayla yoldaydık, önce Ternopil’de bir arkadaşımızda kaldık, sonra orada da patlama oldu, en sonunda onları Romanya sınırına götürdüm, eşimle vedalaştım.
Sonra kardeşimin arkadaşları İstanbul’dan Romanya sınırına kadar gelip beni aldılar, oradan Bulgaristan üzerinden İstanbul’a gittik. O sırada story’ler paylaşıyordum ve insanlar şoktaydı, olan biteni anlamakta zorlanıyorlardı. Hatta Ruslar bile, tüm propagandaya rağmen şaşkındı. O
anda kendini bir aslan gibi hissediyorsun. “Jamala, artık bir sanatçı değilsin; sadece bir annesin.” diyorum kendime. Çocuklarımı kardeşime bıraktım ve yola çıktım: bu ilk bağış konserlerinin başlangıcıydı. 3 Mart Berlin konserinde 67 milyon euro toplandı. O sırada daha kimse konser vermiyordu. Sahneye çıkmaya çok korkuyordum, insanlar “Savaş var, o şarkı söylüyor” diyecekti diye endişeliydim. O konsere hiç hazırlık yapmamıştım, kıyafet getirmemiştim, mikrofonum bile yoktu. Sahne de bir konser gibi değil, yas tutan bir kadının feryadı gibiydi.
Ülkesi için para toplaması gereken bir kadındım o gün. Bu diğer sanatçıların da harekete geçmesini sağladı. Sanatla da yardım edilebileceğini gördüler. O anda mesleğimin bittiğini hissettim. Artık bir sanatçı değildim. Bir daha müzik yapamayacağımı düşündüm. Ama kendimi toparladım. Kimisi ağaçlara sarılır, kimisi çığlık atar; benim için sahne, hem ağacım hem psikoloğum oldu.
Size devam etme gücünü ne veriyor?
Sonuç. Sonuç beni motive ediyor. Belki bu çok klişe gelebilir… Avustralya’dayken bana şöyle sordular: “Güncel durumları nasıl değerlendiriyorsunuz?” Öncelikle şunu söylemeliyim: Sen, Sidney’de oturan biri olarak bizim askerlerimiz hakkında, hayatlarını ortaya koyan insanlar hakkında böyle konuşamazsın. Sen onların yerinde değilsin. Orada ne olduğunu bilmiyorsun. Ben de bilmiyorum çünkü asker değilim, siyasetçi değilim, bir müzisyenim. Sadece kendi alanımı, müziği bilebilirim.
Savaş ve müzik üzerine BBC’de bir podcast var. Ama diğerleri için yorulduklarını, bir sonuç görmediklerini söyleyenler için bence doğru yere bakmıyorlar. Gördüklerini filmlerdeki gibi bekliyorlar. Ama bu bir film değil, burada gerçekten insanlar ölüyor, hem de çok fazlası. Alt metni “Yeterince ilerleme kaydedemediniz” gibi bir şey diyemezsin. Çünkü silahlarımız her zaman yetersiz kalacak, bu bir gerçek. Eğer yeterli silahımız olsaydı, çoktan kazanmış olurduk. Ama halkımızın cesareti, mücadele azmi… bu beni motive ediyor ve rahat bırakmıyor. Birliğe gidip askerler için şarkı söyledim ve onlar beni çok etkiledi. Bir ara “Her şeyi yaptım, artık ne yapacağımı bilmiyorum,” diye düşünüyordum. Ama o askerler bana ilham verdi. Eğer motivasyonun yoksa, yanlış yere bakıyorsundur.
Kiminle düet yapmak istersiniz?
Spotify Singles ile bir story’m olmuştu. Spotify, dünya çapında bir cover söylemem için beni davet etti. O dönemde listelerinde Celine Dion, Harry Styles ve Miley Cyrus vardı. Bir dünya yıldızının şarkısını ve kendi şarkımı cover’lamam gerekiyordu. Ben Madonna’nın “Frozen” şarkısını seçtim. Tesadüf değildi. Madonna bizim için destek çağrısında bulunan ilk isimlerden biriydi.
Şu anda da turnelerinde sürekli sarı-mavi bayrakla sahneye çıkıyor. Sadece harika şarkılar yapan biri değil, her zaman bir mesajı olan biri. Kadınlar için, LGBTİ+ hakları için mücadele ediyor. O, çoğunluk görüşünü desteklemeyen biri olarak benim için bir örnek. Gerçekten çok havalı biri.
Lady Gaga da öyle, Ukrayna’ya verdiği destek nedeniyle eleştirildi ama geri adım atmadı. Aslında dinlediğim çok geniş bir müzik yelpazem var. Stevie Wonder benim için bir müzik tanrısı; Erykah Badu, Bruno Mars; pek çok soul ve pop-soul sanatçısı… Şu an hangisini öne çıkarsam bilemiyorum.
Bir düet olsaydı… The Weeknd diyeyim. Onunla müzikal olarak çok güzel bir şey yapabileceğimizi hissediyorum. Avrupa’da dünya çapında ünlenen ve hayranlıkla takip ettiğim sanatçılardan biri de Rosalía. Gerçekten büyüleyici biri. Geleneksel folkloru, flamenkoyu modern müzikle birleştirmesiyle harika bir örnek! Kısacası bana uyan, ruhuma hitap eden her müziğe ve iş birliğine açığım. Bir müzisyenle tanıştığında aynı şeyleri hissedip düşündüğünü anladığın an sihirli.
Eğer Madonna ile tanışıp ona Ukrayna’yı anlatma fırsatınız olsaydı, ne derdiniz?
Ukrayna, inanılmaz ve çok köklü tarihe sahip bir ülke. Sürekli olarak yaşama, kendi dilini konuşma, var olma hakkı için savaş veriyor. Biz hep savaşıyoruz. Sanki müzik listelerinde zirveye çıkmaya çalışıyor gibiyiz ama çok daha zor.
Biz sadece var olma ve kimliğimizi koruma hakkı için savaşıyoruz: “Biz Ukraynalıyız.” Geleneklerimizi korumak istiyoruz. Ama tarihsel olarak, komşumuz bize sürekli “Siz yoktunuz” ve “Her şey bize ait” diyor. Çünkü biz çok yetenekliyiz, çok güzeliz ve en büyük zenginliğimiz insanlarımız!
Her alanda yetenekliyiz: sanat, heykel, müzik, mimari, ekonomi… Kendi ülkemizde yaşıyoruz, elimizden gelenin en iyisini yaparak ülkemizi kuruyoruz. Belki bazı bilgilerimiz eksik, ekonomik istikrarımız yeterli değil ama cesuruz. Ve kendi toprağımızdayız.
Fotoğraflar: Erica Kabaeva, Sofia Tchkonia
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Modaya yön veren rekabet: Coco Chanel ve Elsa Schiaparelli