7 ve 10 Temmuz arasında gerçekleşen Paris Couture Week açılışını “Back to Future” koleksiyonuyla Schiaparelli yaptı. Schiaparelli’nin Kreatif Direktörü Daniel Roseberry, Runway Show’u başlamadan önce davetlilere ilhamını oluştururken yaşadığı iç çatışmalardan bahsettiği ve modaya yön veren iki kadına, Gabrielle Coco Chanel ve Elsa Schiaparelli’ye atıfta bulunduğu bir şov notu dağıttı. Koleksiyonu tasarlarken kendine sorduğu sorunun şu olduğunu belirtti: “Eğer geçmişe saplantılı bir şekilde odaklanırsam, renkleri ve modernliği kasıtlı olarak soyarsam, bu parçalar yine de gelecekten doğmuş gibi görünebilir mi?”
Daniel Roseberry’nin notunu okuduktan sonra kafamda sorgulamaya başladığım bir bakış açısı belirdi. Gelecek geçmişle kurulabilir mi?

Fotoğraf: @schiaparelli
Eskiden bilim-kurgu filmlerinde görmeye alışık olduğumuz, 1980’ler 90’lar fütürizmi deyince aklımıza gelen net bir çizgi vardır. Parlak, gümüş, beyaz ve siyah temalı tek tip kıyafetler, mavi ve kasvetli odalar, büyük ekranlar, o ekranlarda konuşan yapay zeka robotlar… Bunların ardından zihninizde “Gattaca,” “Star Trek” ve “Barbarella” estetiğinde filmler de canlanmıştır muhtemelen. Ne kadar gelecek öngörülerinden bahsetmiş olsam da siz bunları okurken nostaljik hissettiniz, değil mi? Geçmişte izlediğimiz gelecek kurgularında tahmin edilenler bile günümüzde nostaljik. Aslında şu an o bahsi geçen gelecekteyiz ama pek de öyle yaşamıyoruz. Neden? Çünkü o gelecek, bizim için artık sıradan.
Yapay zeka heyecan değil, uygulama menüsünde bir simgeye dönüştü. Teknolojiyle gelen fütürizm estetiği, geçmişte hayatımıza büyük bir paradigma geçişi olarak yansıtıldı ama biz, günümüzde filmlerde olduğu gibi fütürist giyinmiyor ve yaşamıyoruz. Günümüz modası bireyselliği yüceltiyor. Herkesin aynı görünmesi değil, farklı olması önemli. Belki de bu yüzden geleceğin tek biçimli fütürist estetiği, bugünün çoğul dünyasında yer bulamıyor. Daniel Roseberry’nin “Back to Future” koleksiyonu, tam da bu sessiz dönüşümün görsel karşılığı: Renkten arındırılmış, geçmişin zarafetiyle bugünün karmaşası arasında sıkışmış bir gelecek vizyonu.
Bu durumda şu soruya bir cevap aradım: Geleceği artık nostalji yönlendirecek olabilir mi? Roseberry, notunda bu soruyu yanıtlamak adına modaya yön veren iki kadının felsefesine değinmiş. Bu yüzden bu kadınlar modayı nasıl hayal etmişler, ona bakmamız gerekiyor.
İçindekiler
Gabrielle Coco Chanel: Fonksiyonel özgürlük

Coco’nun kariyer sürecine bakacak olursak kendinden çok emin ve tabulara kafa tutmuş bir kadın olduğunu yaptığı her işinde görebiliriz. Maskülen giyimi kadın modasına taşıyan ve bu adımının arkasında büyük bir hırsı ve rekabeti beraberinde getiren bir tavrı vardı. Chanel stilin kalıcı, modanın geçici olduğunu her tasarladığı parçaya yansıtmayı başardı. Bugün Chanel’in arşivini inceleyince Coco’nun tasarım stilindeki karakteristik çizgilerini ayırt edebilmemiz hala mümkün.
Kadınları korseden kurtarıp odağını kontrast olarak sade, fonksiyonel, siyah beyaz ve doğal materyaller üzerine çevirdi. Stilinin yanı sıra, II. Dünya Savaşı’nda Nazi bağlantılarını kendi butiğini kurtarmak adına kurduğunu bildiğimiz için Coco’nun endüstri hırsını da görmezden gelemeyiz. Bu nedenle kendisi endüstri ve pratiklik faktörüne dayalı bir moda endüstrisi hayal ederken, moda anlayışını sanat odaklı yönlendiren Elsa ile arasında doğal bir çatışma oluştu; moda anlayışları tamamen zıt söylemlerle şekillendi.
Ve bu günümüze kadar ulaşan rekabet hikayelerine rağmen Roseberry’i notunda Chanel’den bahsetmekten çekinmedi: “Geçmiş yüzyılın en etkili yirmi yılı boyunca, iki tasarımcı sadece kadınların nasıl giyindiğini değil, modanın anlamını da tamamen değiştirmişti. Bu öncülerin ilki Gabrielle Chanel’di: Kadınları korseyle sıkıştırılmaktan kurtardı ve onları bugün ‘zamansız’ dediğimiz kıyafetlerle donattı.”
Elsa Schiaparelli: Sürrealist hayal gücü

Wikimedia Commons (Public Domain)
Elsa kavramlarla oynamayı seven, cesur ruhlu bir kadındı. Ve “Eğer moda bir sanat olsaydı nasıl olurdu?” sorusunu ortaya attı. Moda ve sanatı harmanlayarak modanın neye dönüşebileceğini sorguladı. Kariyerine baktığımızda Salvador Dalí, Jean Cocteau gibi sanatçılarla iş birliği yaparak tasarımlarını ortaya çıkardığını görüyoruz. 1937’de “Shocking Pink” adını verdiği bir tonu moda literatürüne soktu.
Bu renk, onun hayal gücünün, provokatif ve teatral yaklaşımının imzası oldu. Chanel’in bejleri ve siyahları kadını zarif bir sadeliğe çağırırken Elsa “şoka sokan pembe” rengiyle tam tersini yaptı: moda sessiz olmamalıydı, duyulmalıydı. Elsa, insan vücudunun içindekileri bile dışarı taşımaktan çekinmedi.
Kalp şeklindeki broşları, kadın bedeninin sadece estetik değil, duygusal bir varlık olduğunu da gösteriyordu. Daniel Roseberry ise o mirasa 2025 koleksiyonunda inanılmaz bir saygıyla ve güncel bir dokunuşla karşılık verdi. Back to Future defilesinin açılışında, podyumda ritmik bir şekilde atan, mekanik kalp kolyesi yer alıyordu: “pulsing heart.” İnce kırmızı taşlarla işlenmiş, neredeyse gerçek bir kalp gibi tasarladığı kolyeyle hem Elsa’nın duygusal estetiğini somutlaştırdı hem taze bir metafor olarak sundu.
Ve notunda Elsa hakkında su cümleleri yazdı: “Onun katkısı fiziksellikten çok kavramsaldı: O, modanın ne olabileceği sorusunu gündeme getirdi. Chanel, kıyafetlerin işlevine ve kullanım kolaylığına odaklanırken Elsa, modanın ifade edebileceği anlamlara ilgi duyuyordu. Bir elbise, her zaman yalnızca bir elbise midir? Elsa’nın Paris’ten geçici kaçışından önceki yıllar, zarafetin doruğa ulaştığı ama aynı zamanda modern çağın başladığı bir dönemdi. Bu koleksiyon, o döneme hayatla sanatın uçurumun kenarında dans ettiği, zarafetle dünyanın sonunun siyah-beyaz tonlarda iç içe geçtiği bir ana adanmıştır.”
Daniel Roseberry’nin defile notunu Schiaparelli’nin web sitesinden ulaşabilirsiniz, okumanızı tavsiye ederim.

The Met Archives (Public Domain), Dali ve Elsa “Shoe Hat”
Elsa, Salvador Dalí ile yaptığı iş birliğinin sonucunda ters bir topuklu ayakkabıyı andıran şapka tasarlamıştı. Ayrıca sürrealist tasarımları arasında üzerinde gerçek bir şamdan olan başka bir şapka tasarladığı bazı kaynaklarda söyleniyor.
Kısacası, Elsa sayesinde moda dünyasında “giyilebilir sanat” kavramı ortaya çıktı. Bir şapkaya şamdan yerleştirerek işleviyle değil, fikirle ilgileniyordu. Bu tasarımla moda dünyasına degil, Chanel’in yıkım hamlesine de ilham olmuş diyebilirim. Coco o şamdanı Elsa’nın kariyerini yakıp yıkmak için bir fırsat olarak gördü. Gerçekten yakmak hem de!
Rekabetin mirası

Kolaj: Wikimedia Commons (Public Domain)
1930’ların sonunda Paris’te düzenlenen bir kostüm balosunda, Coco Chanel’in Elsa Schiaparelli’nin kostümünü bir şamdanla yakmaya çalıştığını ifade eden bazı kaynaklar var. Bu anekdot, ikisi arasındaki çatışmanın ne denli kişisel boyutlara ulaştığını gösterse de aslında rekabetleri çok daha derin ve düşünsel bir düzlemde yaşanıyordu.
Chanel, sade silüetler, nötr tonlar ve fonksiyonel formlarla kadını özgürleştirmeyi hedeflerken Schiaparelli, modayı giyilebilir bir sanat olarak görüyordu. II. Dünya Savaşı döneminde yolları daha da keskin bir biçimde ayrıldı. Elsa 1940’ta Paris’ten New York’a kaçtı, savaştan sonra geri dönse de 1954’te moda evini kapatmak zorunda kaldı. Chanel ise savaş boyunca Naziler ile tartışmalı ilişkiler kurduktan sonra, yine 1954’te podyuma güçlü bir dönüş yaptı. Ne tesadüftür ki biri moda sahnesinden çekilirken, diğeri aynı yıl yeniden ortaya çıktı.
Peki bu miras bugün ne anlam ifade ediyor? Daniel Roseberry, Schiaparelli’nin estetik mirasını sürdürürken aslında bu eski soruya yeni cevaplar arıyor: Moda, sadece kullanılabilir olmaya mı odaklanmalı, yoksa taşıdığı fikirle bir duyguya ve söyleme mi dönüşmeli? Roseberry’nin haute couture dünyasında sergilediği teatral görsellik, tam da Elsa’nın vizyonunun günümüzdeki yansıması. Buna karşılık sessiz lüks, sade zarafet gibi kavramlarla Chanel’in çizgisini de yeniden yorumluyor. Bu yüzden bu rekabet her yeni koleksiyonda yeniden açılan bir tartışma konusu.
Geleceğe dönüş: Schiaparelli

Fotoğraf: @schiaparelli
Daniel Roseberry, Schiaparelli’nin Sonbahar 2025 Couture koleksiyonunda “Back to Future” başlığıyla post-fütürist bir yaklaşımı benimsiyor. Defile notlarında da belirttiği gibi, bu koleksiyon, geleceği geçmişin gözünden hayal etmeye çalışan estetik bir deney. Yani Roseberry, aslında geçmişte tasarlanan gelecek imajına bugünden bir karşılık veriyor.
Koleksiyonda kullanılan materyaller, renkler ve silüetler de bu zamanlar arası oyunun bir parçası. Lame kumaşlar, metalik yüzeyler ve uzay çağı aksesuarları 1960’ların fütürist modasına doğrudan bir gönderme yaparken; barok formlar, kadife dokular ve elde işlenmiş detaylar geçmişin ihtişamını yeniden canlandırıyor. Özellikle heykelsi omuzlar, incelikli boncuk işlemeleri ve dev aksesuarlar hem Schiaparelli’nin köklerine sadık kalıyor hem de yeni bir zamansal kimlik yaratıyor.
Moda tarihinin pek çok döneminde olduğu gibi, bugün de bir önceki anlayışa tepki niteliğinde bir dönüşüm izliyoruz. Sessiz lüksün hakim olduğu, minimalizmin tekrar değer kazandığı bir dönemde; dijitalleşmeyle gelen aşırı hız, yapay zekanın yaratıcılığa müdahale etme endişesiyle birleşince, birçok kişi geçmişin somutluğuna ve güven veren nostaljisine yöneliyor. Plak koleksiyonları, basılı dergiler, elle yazılan notlar… Belki de bunlar, geleceğe karşı duyduğumuz güvensizliğe karşı geliştirdiğimiz kişisel sığınaklar.
Roseberry de bu hissiyatı sezmiş gibi görünüyor. “Back to Future,” tam olarak bu çelişkiyi sahneye taşıyor: Geçmişin geleceğe dair umutlu hayallerini, bugünün kaygılarıyla yeniden şekillendiriyor.
Geleceği hatırlamak

Fotoğraf: @schiaparelli
Moda, modern dünyada yeniyi yansıtmanın ötesine geçerek eskiyi yeniden yorumlamak için de daima bir alan açıyor. Bu da bize şunu hatırlatıyor: Yapay zekanın hayal gücünü sınırladığına dair önyargıları yıkmak istiyorsak onunla hayal kurmanın yollarını keşfetmek zorundayız. Mesele, elimizdeki aracı nasıl kullandığımız. Tıpkı bir bıçağın yemek yapma sanatının bir parçası olabileceği gibi, yapay zeka da doğru kullanıldığında yaratıcılığı besleyen bir araca dönüşebilir. Roseberry’nin nostaljiyle bezenmiş tasarımları nasıl geleceğe dair tekdüze ve soğuk algıyı kırıyorsa, biz de teknolojik devrim karşısında duyduğumuz korkuyu geçmişten gelen duygularla harmanlayarak kendi nostaljik hayal dünyamızı yaratabiliriz. Neden olmasın?
Belki de Chanel ve Schiaparelli’nin bir zamanlar birbirlerine sormaktan çekinmediği soruları artık geleceğe sormanın vakti gelmiştir. Hangi ihtimallerden korkuyoruz? Hangi ihtimaller bizi heyecanlandırıyor? Bence geleceği sadece korkuyla değil, hatırlayarak; geçmişi unutmadan ve dönüştürerek karşılamayı öğrenmeliyiz.
Kapak: Wikimedia Commons (Public Domain)
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Parmak arası terlikler geri döndü