Röportaj

Sigrid’le röportaj: İlham, eve dönmek ve kendini yeniden bulmak üzerine

İskandinav pop sahnesinin en dinamik seslerinden Sigrid, sahnedeki enerjisiyle ve duyguyu hiç filtrelemeden aktaran şarkılarıyla son yılların en çok konuşulan genç sanatçılarından. Alternatif pop’un hem kırılgan hem de şaşırtıcı derecede eğlenceli damarında kendine özgü bir yer açan sanatçı, bu yıl yayımladığı There Is Always More That I Could Say ile tüm duygusal evrenini dinleyicinin önüne koyuyor.

Albüm, ilişki dinamiklerinden arkadaşlığa, öfkeden hafifliğe; kalp kırıklığından oyunbaz bir kendine güven haline kadar pek çok duyguyu aynı hikayede buluşturuyor. Şarkılar birbirine bağlanıyor, duygular bir sahneden diğerine geçiyor, ritimler ağırlaştıkça bile dans çağrısı hiç kaybolmuyor.

Sigrid’in İstanbul konseri öncesi kuliste buluşuyoruz. Sahne hazırlığı, ekip koşturması ve hafif heyecan arasında kendisiyle hem albümün yaratım sürecini hem de bugünlerde onu harekete geçiren ilhamları konuştuk.

Albümün hikayesi: “Tek bir köşeden başlayan ama büyüyen bir dünya”

Ceren: Yeni albümünü uzun süredir tekrar tekrar dinliyorum. Benim için bu albüm, tek oturuşta bitirdiğim bir kitap gibi; baştan sona hiç kopmadan akıyor. Sen bu albümü nasıl tanımlarsın? Çalışmaya başlarken hangi duygular vardı?

Sigrid: Teşekkür ederim. Ben şarkı yazarken genelde büyük planlarla başlamam ama bu albümde tek bir köşeden başlayıp oradan genişleyen bir hal vardı. “Jellyfish” albüm için yazdığımız ilk şarkı oldu. Albüm, ilişkiler, yanlış zamanda yanlış şeyleri söylemek ya da tam tersi… Tüm o karışık insan halleriyle ilgili. Ama aynı zamanda enerji ve neşeyle dolu. Hem kalp kırıcı hem eğlenceli, hatta komik yanları bile var.

Ceren: Biraz “mutsuz disko” gibi aslında. Albümdeki tüm şarkıları tek tek sorabilirim ama Jellyfish beni özellikle çok etkiledi. Bana sadece romantik bir anı değil, en yakın arkadaşlarımla paylaştığım sıcak, güvenli anları da hatırlattı. Hatta biraz “ana karakter” hissi bile veriyor. Bu şarkıda neyi yakalamak istedin? Çıkış noktası neydi?

Sigrid: Aslında çok utangaç birinden ilham almıştım. Utangaçlık bazen özgüvensizlik gibi algılanır ama bana çok tatlı gelen bir şeydi. Başta o kişi hakkında yazdığımı sanıyordum, sonra yanımda şarkıyı yazdığım arkadaşıma baktım ve “Bu arkadaşlık şarkısı!” dedim.
Jellyfish, grubum, ekibim, ailem, Oslo’daki arkadaşlarım… Bana kendim olabileceğim alanı veren insanlar hakkında.

Ceren: Albümü baştan sona dinleyince bir “kişisel yolculuk” hissi geliyor. Bir başlangıç, bir kırılma, bir bırakış… Şarkılar duygusal olsa bile ritimler hep hareket etmeye çağırıyor. Bu süreçte “Kendimin yeni bir versiyonunu keşfettim.” der misin? Nasıldı bu süreç?

Sigrid: Dürüst olmak gerekirse, evet, keşfettim. Genelde çok hızlı şarkı yazmaya alışkınım. 19 yaşımda her hafta Londra’ya gidip orada pop yazım kamplarında çalışıyordum, bu kültür sana çok hızlı üretmeyi öğretiyor. Ama bu albümde o hızdan bilinçli olarak uzaklaştım. Şarkıların biraz beklemesine, demlenmesine, fikirlerin kendi kendine oluşmasına izin verdim. Acele etmeden, çok eğlenerek çalıştım.

Ceren: Bu albüm ne kadar sürede tamamlandı?

Sigrid: Toplamda iki yıl diyebilirim ama arada sürekli turneye çıktığım için kesintili bir süreçti. Covid döneminde bile birkaç konser verdik. Turnede yazmam, seyahat ederken üretmem mümkün değil; o yüzden hep aralarda çalıştım.

Ceren: Turnedeyken gittiğin şehirleri gezmeyi seviyor musun?

Sigrid: Evet, yoksa delirebilirim. Bulunduğum şehri görmem gerekiyor. İstanbul’da bugün metroya bindim, tramvay kullandım, şehri dolaştım. Sultan Ahmet’e gittim, birkaç ara sokakta gezdim, vintage bir dükkandan güneş gözlüğü aldım. Türk kahvesi içtim. Türk yemeklerine bayılıyorum; peynirler, yoğurt ve ıspanaklı yiyecekler… Hepsi inanılmaz.

İlham haritası: Bergen’in sessizliği, Tokyo’nun ışığı

Ceren: Albüm çok gerçek anlardan besleniyor gibi. Bu dönemde seni özellikle besleyen şehirler, anlar ya da insanlar var mıydı?

Sigrid: Kesinlikle vardı. En büyük ilham, Norveç’te yaşadığım Bergen’e dönmek oldu. Müzik yapmayı gerçekten orada öğrendim. Londra ve Los Angeles döngüsünden uzaklaşmak iyi geldi.
Bir de Tokyo… Yarın yine gidiyorum. O şehir beni hep çok büyülüyor.

Ceren: Bu döneminin sadece müziği değil, görsel dünyası da çok net. Styling, videolar, sahne enerjin… Hepsi aynı hikayenin parçaları gibi. Bu evreni nasıl kurdun? İnsanlar canlı dinlerken ne hissetsin istersin?

Sigrid: Albüm çok duygulu bir yerden geliyor. Jellyfish romantik ama aynı zamanda çok playful. Kiss the Sky ise tamamen eğlenceli, hatta biraz kendimle dalga geçtiğim bir şarkı. Önceki albümlere böyle bir şarkıyı “çok saçma” diye düşünüp koymazdım, ama burada tam olarak yerini buldu diyebilirim. Fort Knox ise bambaşka bir yanıma ait, öfkeli ve çok güçlü. Sahne enerjisi yüksek bir şarkı. There Is Always More That I Could Say ve Eternal Sunshine gibi daha ağır şarkılar da var.

Albüm bazılarına kaotik gelebilir ama benim için tamamen mantıklı. Kendime hiç sınır koymadım. O an ne hissettiysem onu yaptım. Sesimin tüm aralığını kullandım. Bu albümün arka planda çalmasını istemiyorum, dinleyiciyi doğrudan içine almasını istiyorum. Ve gerçekten herkes için bir parça var diye düşünüyorum.

Sigrid’in anlattıkları, yeni albümünün neden bu kadar “canlı” hissettirdiğini açıklıyor aslında: hızdan uzaklaşıp sezgiye yaklaşmanın, şehirlerin ritmine kulak vermenin ve kendine sınır koymadan üretmenin getirdiği bir özgürlük. There Is Always More That I Could Say, dinleyiciyi duygunun en sakin yerinden en coşkulu haline taşıyan bir dünya kuruyor.

Sigrid, İstanbul konseri öncesi kuliste anlattıklarıyla da bu dünyanın arkasındaki samimiyeti, oyunbazlığı ve cesareti bir kez daha gösteriyor. Onu dinlerken, ister bir metro hattında ister kalabalık bir konser alanında, hem kendimizi hem de kendi hikayemizin ritmini yakalamak hiç zor olmuyor.

Fotoğraflar: Universal Music Türkiye @universalmusictr

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>> Röportaj: 2MUCH!’la fazla olmak üzerine

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.