Timothée Chalamet, yeni filmi Marty Supreme’deki performansı ile eleştirmenlerden tam puan alırken adı Oscar için yeniden konuşulmaya başlandı. “Kariyer Belirleyen” bir performans olarak tanımlanan rol için 2018’den beri ping pong dersleri alan ve diğer çekinler sırasında da bu dersleri bırakmayan oyuncunun başarısı akıllara Screen Actors Guild Award (SAG) ödülünü kabul ederken yaptığı ve “mükemmelliğin peşinde olduğunu” söylediği konuşmayı getirdi.
“Bu ödülün önemini küçümseyemem çünkü benim için çok şey ifade ediyor ve öznel bir iş yaptığımızı biliyorum, ama gerçek şu ki ben gerçekten de mükemmelliğin peşindeyim. İnsanların genellikle böyle konuşmadığını biliyorum ama ben en iyilerden biri olmak istiyorum. En iyilerden ilham alıyorum. Bu geceki en iyilerden ilham alıyorum. Daniel Day-Lewis, Marlon Brando ve Viola Davis’ten, Michael Jordan ve Michael Phelps’ten ilham aldığım kadar ilham alıyorum ve orada olmak istiyorum. Bu yüzden çok minnettarım. Bu, bunu ifade etmiyor ama biraz daha yakıt anlamına geliyor. Devam etmek için biraz daha yakıt. Çok teşekkür ederim.”
Kimileri, bu konuşmayı burnu havada ve iddialı bulmuştu ama bana sorarsanız Timothée‘nin yaptığı işi ne kadar büyük bir tutkuyla yaptığı ve sanatı üzerine ne kadar zaman harcadığının içtenlikle ortaya koyma biçimiydi.
Timothée, kendi jenerasyonun tartışmayız en büyük oyuncusu. Hatta, henüz yirmi dokuz yaşında olmasına rağmen olmak istediğini söylediği yere de oldukça yakın. İnanılmaz yeteneği, dikkatlice seçtiği projelerin hiçbirinin kötü olmaması ve her rol için gösterdiği özveri bizi sürekli bir sonraki işi için heyecanla bekletiyor. Ayrıca, neredeyse her performansında bir öncekinden daha iyi olmanın bir yolunu buluyor. Call Me By Your Name’de Timothée’yi ilk izlediğimde bir daha hiçbir zaman bu kadar iyi oynayamayacak diye düşünmüştüm, sonra Beautiful Boy çıktı. Tamam, bundan iyisi gelemez dedim ki Bones and All ile beni yeniden haksız çıkardı. Paul Atreides için Dune ekibine katıldığında yanlış seçim olduğunu düşünmüştüm ve Timothée, özellikle ikinci filmde, o kadar iyi bir Paul’du ki insanların neden Paul’un peygamberliğine inandığını anladım.
Aslında, bu hayranlık, sadece Timothée özelinde değil. Başarıya ve sanata karşı umursamaz davranmayan ve sanatını geliştirmek, kendisini daha iyi getirmek için her gün uğraşan, para için değil sanat için üreten ve tüketen, en önemlisi de daha iyisini istediğini dürüstçe söylemekten çekinmeyen tüm sanatçılara yönelik.
Yeni jenerasyonun Leo’su olarak değerlendirilen Timothée’nin Oscar için en güçlü rakibi ise, Leonarda Di Caprio gibi gözüküyor.
Fotoğraf: @tchalamet
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Bad Bunny: İspanyolca Super Bowl mümkün mü?