Amsterdam Moda Haftası’nda tarihi Hollandsche Manege’de sahnelenen Ülkühan Akgül’ün debut koleksiyonu Etnisch Profiteren, estetik bir gösteri olmasının yanında; kültürel kimlikler, emek ve temsil üzerine politik bir yüzleşmeydi. Biz de Marie Claire olarak, koleksiyonun ardındaki yaratıcı Ülkühan Akgül ve prodüksiyonun görünmez yükünü üstlenen Kaan Hiçyılmaz ile buluştuk; hem kavramsal hem kişisel boyutlarını hem de bu kolektif emeğin nasıl hayata geçtiğini konuştuk.

Model / Ajans: Levi Overvest / BROOKS
MC: ULKUHAN Amsterdam Moda Haftası’ndaki ilk koleksiyonunu geçtiğimiz hafta sergiledi. Debut anıyla ilgili hisleriniz neler?
Ülkühan: Amsterdam Moda Haftası’nda kendi koleksiyonumla sahne almak, hem kişisel hem de profesyonel olarak çok yoğun bir an. Bu debut benim için yalnızca bir başlangıç değil, yıllardır zihnimde ve bedenimde taşıdığım fikirlerin görünürlük kazanması. Hem heyecan hem de büyük bir sorumluluk hissediyorum.
Kaan: Ülkühan’la 2024 senesinde FASHIONCLASH için gerçekleştirdiğimiz bir proje aracılığıyla tanıştık. İki tasarımcı olarak yürüttüğümüz bu projeden sonra Amsterdam Moda Haftası’nda onun prodüktörü olabilmek benim bu zamana kadar yaşadığım en büyük gururlardan biri. Ortak kimlik ve kültürlerden geliyor olmamız ve Ülkühan’ın yeteneği ve başarısının her geçen gün daha da benimsendiğini görmek beni her düşündüğümde daha da duygulandırıyor.

Model / Ajans: Mohamed Kouyate / New Generation Model Management
MC: “Etnisch Profiteren” kavramı bu koleksiyona ismini veriyor ve kendini tasarım sürecinin kalbine yerleştiriyor. Bu fikir ilk kez ne zaman ve hangi bağlamda ortaya çıktı?
Ü: Bu kavramla ilk kez öğrencilik yıllarımda, kültürel ögelerin moda endüstrisi tarafından nasıl dönüştürüldüğünü gözlemlerken karşılaştım. Zamanla bunun yalnızca estetik bir tercih değil, aynı zamanda güç ilişkilerini açığa çıkaran politik bir mesele olduğunu fark ettim.
K: Ülkühan koleksiyona isim veren bu kavramı her açıkladığında bağlamının ne kadar daha derinleştiğini ve aciliyet taşığını fark ettim. Benim rolümde önemli olan kısım ‘dışarıdan bir göz’ olarak, koleksiyonun ana konseptinin mekansal ve teknik detaylarına evrilirken ruhunu ve mesajını korumasına özen göstermekti.
MC: Kültürel kimliklerden “ödünç alma” ile “sömürü” arasındaki çizgiyi modada nasıl görüyorsunuz?
Ü: Bu çizgi çok ince ama aynı zamanda çok belirgin. “Ödünç alma” saygı, bağlam ve görünürlük içerir; “sömürü” ise bağlamı siler, kaynağı görünmez kılar ve yalnızca tüketime indirger. Benim için fark, niyette ve temsil biçiminde yatıyor.
K: Moda endüstrisi yeni söylemler üretirken gitgide tüketimi her anlamda hızlanan bir hale geliyor. Yaratım sürecinde ‘ilham’ ya da ‘referans’ ağını genişletirken kültür, kimlik ve köken gibi derin kavramlar nesneleştirme odaklı değil, esaslı söylemler üretme odaklı tutulmalı. Bu noktada yavaşlamanın ve aidiyeti, ait olduğu yerler ve kültürlerde etik ve bilinçle aramanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Model / Ajans: Chiara Pontier / BROOKS
MC: Koleksiyon bir vaat değil, bir yüzleşme olarak tanımlanıyor. Bu yüzleşmenin sizin için kişisel boyutu nedir?
Ü: Benim için bu koleksiyon, kendi köklerim, aidiyetlerim ve onların başkaları tarafından nasıl konumlandırıldığı ile yüzleşmek anlamına geliyor. Yani yalnızca seyirciye değil, kendime de dönük bir hesaplaşma.
K: Koleksiyon Batı Avrupa’da gerçekleşen bir moda haftasında sergileniyor ancak Ülkühan’ın hikayesi bir sentez ve bu hala daha çoğu kişi için ‘yabancı’ bir durum. Tüm bu süreçte dürüstlüğün ve rahatsız etmekten korkmamanın onun yüzleşme motivasyonunu koruyan ana nokta olduğuna şahit oldum.
MC: Sizce moda endüstrisi gerçekten kapsayıcı olma yolunda mı, yoksa hala daha çok yüzeysel jestlerden mi ibaret?
Ü: Moda endüstrisi kapsayıcılığı gündeme getirdi ama çoğu zaman bu hala pazarlama stratejisi olarak kalıyor. Gerçek dönüşüm, yalnızca görünürlük sağlamakla değil, yapısal eşitsizlikleri dönüştürmekle mümkün.
K: Kapsayıcılığın merkezinin nerede olduğuyla ilgili bu durum bence. ‘Ben’ ve ‘öteki’ gibi ikilikleri kırmayı zorlamaya devam edilmediği sürece kapsayıcılık yalnızca göstermelik bir tavır olarak kalıyor.

Model / Ajans: Jie Chua / VEIN
MC: İzleyicileri “cazibenin ötesinde” görmeye davet ediyorsunuz. Sizce bugün moda gösterilerinin en büyük yanılsaması nedir?
Ü: En büyük yanılsama, modanın yalnızca bir estetik gösteri olduğunun düşünülmesi. Oysa moda; beden, kimlik ve güç ilişkileri üzerine çok daha derin sorular barındırıyor.
K: Moda gösterileri büyük prodüksiyonlar ile izleyicilere ulaşmaya ve görsel anlamda ses getirmeye odaklanıyor. İzleyicilerin sosyal medyada paylaşım yapma ve tüketme zincirinde çıkıp koleksiyonların hikayelerine daha çok ilgi ve dikkat duyması gerektiğini düşünüyorum.

Model / Ajans: Janne Buur / New Generation Model Management
MC: Silüetlerde akıcı hatlarla keskin hacimleri çarpışıyor. Bu gerilim sizin için neyi temsil ediyor?
Ü: Bu gerilim, kimliğin sabit değil, akışkan ve çoğu zaman çelişkilerle dolu olduğunu temsil ediyor. Sertlik ve akışkanlık yan yana geldiğinde gerçekliğe daha yakın bir beden dili ortaya çıkıyor.
K: Ülkühan’ın tasarımlarında gerilim meselesi kendini çoklu üretim mekanizmalarına dönüştürüyor. Prodüksiyon kısmında da tüm bu gerilimlerin açığa çıkmasına izin verecek bir alan açma fikri vardı. Mekansal tasarımda izleyicilere yavaş tüketime teşvik etme ve kritik gözlem vakti sağlama girdileriyle ilerledik.
MC: LEGO bloklardan yapılmış görünüm hem oyunbaz hem ağır. Bu look’u yaratırken nasıl bir imgeden yola çıkıldı?
Ü: Aklımda, çocuklukla ilişkilendirilen oyun kavramını yetişkin dünyasının ağırlığıyla çarpıştırmak vardı. LEGO parçalarıyla beden inşa etmek, aidiyetin nasıl kurgulandığını ve yeniden kurgulanabileceğini göstermekti. Bu üretim sistemi benim için aynı zamanda yapılandırma ve yeniden yapılandırma sürecinin de bir yansıması: blok üstüne blok, tıpkı misafir işçilerin bir zamanlar geleceklerini taş üstüne taş koyarak inşa etmesi gibi.
K: Teknik tarafta benim aklımda ise ne kadar çok LEGO’ya ihtiyacımız olacağı düşüncesi vardı! Günün sonunda bu ‘ağırlık’ binlerce LEGO’nun birleşimiyle somut anlamda da ortaya çıktı ve modellerin bu görünümleri taşırken izleyicilerin de onların taşıdığı yükü, gerginliği, ve zorluğu hissettiğine inanıyorum.
MC: Koleksiyonun tanımında “sert, oyunbaz, rahatsız edici ama dürüst” tanımları ön plana çıkıyor. Tasarım sürecinde bu dört kelime nasıl somutlaştı?
Ü: Sertlik malzeme seçiminde, oyunbazlık form arayışında, rahatsız edicilik ise izleyiciyi sorgulamaya zorlayan tavırda karşılık buldu. Ama bütün bunların temelinde dürüstlük var: Kendime ve anlattığım hikâyeye sadık kalmak.
K: Mekansal taraftaki somutlaşmada ise koleksiyonun Amsterdam’da tarihi bir binicilik okulu olan De Hollandsche Manege’de gösterilmesi bu katmanlaşmayı daha da zenginleştirdi. Hollanda’da atların kategorileştirilmesi üzerinde kurulan ‘Je hebt werkpaarden en sierpaarden.’* deyimi analojik bir yön ekleyerek oyunbazlık ve sertlik arasındaki çekimi artırdı.
*Kimi insanların kimlikleri ve bulundukları pozisyonlarından dolayı diğerlerinden daha fazla iş yükü taşımasını ve daha çok çaba sarf etmesi gerektiğini tanımlar.
MC: Modellerin “anonim taşıyıcılar değil, canlı arşivler” olarak konumlandırılması çok çarpıcı. Bu yaklaşımın sizin için politik anlamı nedir?
Ü: Modelin yalnızca bir “gösteri nesnesi” değil, kendi tarihi, bedeni ve kimliğiyle sahnede var olduğunu vurgulamak istiyorum. Onları “canlı arşiv” olarak konumlandırmak, bireylerin kimliklerini görünür kılmak ve bu çeşitliliğin politik gücünü ortaya koymak demek.
K: Ülkühan’ın koleksiyonundaki her hikaye, karakter ve imge modellerin kendi beden ve kimlikleriyle bütünleşerek yeniden hayata geldi. Defilede yer alan modellerin, moda endüstrisinde de alışıla getirilen salt ‘kutu-tikleme’ algısına yenik düşmeden, Ülkühan’ın da politik duruşunu yansıtacak şekilde kendilerini ortaya koyduklarını düşünüyorum.
MC: Koleksiyonun arkasında görünmeyen çok büyük bir emek var. Bu süreci sizin için mümkün kılan unsurları nasıl tanımlarsınız?
Ü: Bu süreci mümkün kılan en önemli unsur, etrafımdaki destek ağı ve inandığım fikre verilen güven oldu. Stimuleringsfonds’un sağladığı destek, koleksiyonu hayata geçirmek için büyük bir itici güçtü. Ayrıca Amsterdam Genetics’in işbirliği ve Skua Studios’un koleksiyon için özel olarak ürettiği ayakkabılar, projenin bütünlüğünü güçlendirdi. Tüm bunların yanında sabır, disiplin ve kolektif bir dayanışma bu görünmeyen emeğin temel taşlarını oluşturdu. Kaan da hem arkadaşım hem prodüktörüm olarak süreç boyunca tüm bu kolektif ağı yürüten isimdi, bu röportaj aracılığıyla ona da tekrar teşekkür etmek istiyorum.
K: Bu soru çok kıymetli çünkü koleksiyonlar ve moda gösterileri bitmiş ürünlerin belirli bir süre içerisinde izleyiciyle buluşmasından çok daha kapsamlı bir arka plana ve prodüksiyon-operasyon kurgusuna sahip. Tüm süreçte, özellikle debut bir koleksiyon için beklediğimizin ötesinde bir destek ve inanç gördüğümüzü söyleyebilirim. Ülkühan’ın da bahsettiği kurumlar, markalar ve çalıştığımız tüm ekipler bu projenin hayata geçmesini ve bulunduğu seviyeye ulaşmasını sağladı. Bu projenin prodüksiyonunu üstlenmek Ülkühan’ın bana verdiği çok büyük bir fırsattı. Ancak bu tek kişilik değil çoklu bir dayanışmanın ürünü, dolayısıyla bu vizyonunun hayata geçmesine katkıda bulunan herkese çok minnetarız.

Model / Ajans: Sanne Elisabeth Evers / APL Models Amsterdam
“Etnisch Profiteren”, rahatsızlık uyandırmayı bir yöntem, emeği ve dayanışmayı ise merkezine alan bir yüzleşme. Ülkühan’ın köklerinden ve kişisel hafızasından beslenen bu koleksiyon, Kaan’ın ifadesiyle “çoklu bir dayanışmanın ürünü.” Moda dünyasında kapsayıcılığın hala tartışmalı olduğu bir dönemde, bu koleksiyon bir gösteriden öte, bir çağrıya dönüştü. Birlikte kurdukları bu sahne, yalnızca Amsterdam’da değil, belleğimizde de kalıcı olacak.
Fotoğraf: Merel Daantje
Fotoğraf Asistanı: Tom Hitz
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Giorgio Armani’ye veda