Zac Posen, GapStudio ile çıktığı yaratıcı yolculukta couture inceliğini, Amerikan klasiklerine ustalıkla işliyor. Bu koleksiyon, sadece giyilebilir değil; aynı zamanda hissedilebilir bir yaz anlatısı… Zac Posen’la sohbetimizde Gap evreninde ilham, dokular ve yaz rüyaları arasında gezindik.
Zac Posen’ın Gap için tasarladığı koleksiyon, bir yaz sabahı gibi açılıyor; fazla düşünmeden giyilen bir gömlek, güneşte solmuş bir denim ve hiçbir yere acele etmeden bir silüetle. Kırmızı halının kusursuz zarafetinden çıkıp likit chambray kumaşlarla dolu bu gardıroba yönelen Posen, bu kez moda dilini yumuşatıyor. Gap’in sade diliyle kendi terzilik geçmişini bir araya getirirken ortaya hem fonksiyonel hem de fark edilir parçalar çıkıyor. Ve evet, denim bu yaz gerçekten yeniden tanımlanıyor. Sıcak bir Temmuz öğleninde Zac Posen ile yaptığımız kısa söyleşide, bu dönüşümün altını çiziyor.
MC: Gap Studio, Gap’in mirasını couture dokunuşlarla yeniden yorumluyor. Bu koleksiyonun yeni hayal ettiğinde, ortaya koymak istediğin yaratıcı vizyon neydi?
Amacım, Gap’in zamansız ve ikonik tasarımlarına stil ve kattıklarını hatırlatmak. Amerikan bir markanın uluslararası estetiğini yeniden yorumlayarak, markaya taze bir bakış açısı kazandırmak ve yeni bir kitleyi Gap dünyasıyla tanıştırmak istedim.
MC: Koleksiyonun, zamansızlık ile yeniliği çok iyi dengeliyor. Bu sezon senin için belirleyici duygu ya da görsel neydi?
Bu koleksiyon benim için adeta bir yaz esintisi gibi. Özellikle Türkiye ve çevresi için çok uygun olduğunu düşünüyorum. Koleksiyonun temelinde yumuşaklık ve hafiflik var. Sıvı gibi akışkan, yıkanmış, ince ve kullanılmış denim dokular var; yazlık pantolonlar, şortlar veya tulumlar gibi, üstünüzden çıkarmak istemeyeceğiniz, tekrar tekrar giymek isteyeceğiniz parçalar bunlar.
MC: Senin için GapStudio kadını kim? Onu bir karakter olarak tanımlayacak olsan, nasıl biri olurdu?
Açıkçası ben hiçbir zaman tek bir kadın için tasarlamadım, bugüne kadar da bundan hep uzak durdum. Her zaman giyen kişinin tarzıyla anlam kazanan ve onun yorumu sayesinde tamamlanan parçalar yaratmaya çalışırım. Çünkü bence bir kıyafeti gerçekten stil sahibi yapan, onu giyen kişidir. GapStudio kadını da tam olarak bu: Giyinmenin verdiği keyfi fark eden, her güne yeni bir keşif gibi yaklaşan, meraklı ve hayata açık biri. Aynı zamanda, kendi yaratıcılığını her gün yeniden keşfetmeye istekli bir karakter.
MC: Yaratım sürecinde sık sık pop kültür, sanat ve arşivsel referanslardan ilham aldığını söylüyorsun. GapStudio koleksiyonuna özel olarak ilham haritanda neler vardı?
O kadar zaman geçti ki tam olarak hatırlamak zor, ama o dönemde Richard Avendon’un The American West serisinden o etkileyici karelere çokça bakıyordum. Gerçekten güçlü, çarpıcı sahnelerdi. Aynı zamanda Slim Aarons’un o zamansız, ikonik fotoğrafları da ilham kaynaklarım arasındaydı. Çünkü yaz mevsimini, yaşam tarzını yansıttıkları o anlat, bugünün Tiktok ve Instagram kuşağı için modern bir karşılık taşıyor. Stil bilinci yüksek bir kitleye hitap eden, sevilen ama bağırmayan parçalar. Zaten Gap, bağırmaz.
MC: Sanki çabasız bir kaçış hissi uyandırıyor gibi…
Kesinlikle! Zaten tam da öyle olmalı; çabasız, kolay ve doğal… Vücudu okşayan, yumuşacık kumaşlarla o hissi vermeli. Sabah giyip geceye dek üzerinizde kalabilmeli. Jean’ler harika mesela. Şunu özellikle söylemeliyim; bu likit denim pantolonlar inanılmaz. İki farklı kesim var; biri pile detaylı, diğeri ise düz paçalı. O düz modeli alıp ikonik bir jean’i yumuşak, dökümlü bir kumaşa uyarladım ve ortaya ne çıkacağını görmek istedim. Crop tişört, çok tatlı duruyor. Slip elbise ise gerçekten muhteşem; tam anlamıyla “plajdan sokağa” taşınan bir parça. Hatta şöyle diyebilirim: Boğaz’dan suit’e uzanan bir yaz şıklığı gibi.
MC: GapStudio’nun kreatif stüdyosu New York’ta kuruldu. Peki, bu şehir hala senin için bir yaratıcılık merkezi mi, yoksa ilhamını İstanbul gibi başka yerlerde mi buluyorsun?
İlhamı gittiğim her yerde buluyorum. Ben kendimi küresel bir gezgin gibi görüyorum. Bazen minicik bir detayda, bazen de büyük bir deneyimde ilham bulmak mümkün. Yaratıcılığın anahtarı da bence bu; meraklı ve açık fikirli olmak. İstanbul’u çok seviyorum. Uzun zamandır gitmedim ama orada yaşayan sanatçı bir arkadaşım var. Şehir benim için hala çok özel ve kalbimde ayrı bir yeri var.
MC: Peki şu anda İstanbul’da olsaydın, senin için mükemmel bir gün nasıl geçerdi?
Çok uzun zaman oldu, eminim şehir çok değişti. Yeni mahalleler, yeni dinamikler… Ama benim için mükemmel bir gün kesinlikle harika bir kahvaltıyla başlar. Çünkü orada kahvaltı gerçekten bambaşka. Kahve de öyle! Sonra mutlaka müze ziyareti yapardım, mesela Ayasofya. Ardından bir hamama girip kese yaptırmadan olmaz. Yaz mevsimini ve bu koleksiyonu göz önüne aldığımda kesinlikle teknede olmak isterdim. Ya bir tekne, ya da serin bir rüzgar için tepelere çıkmak, ikisi de olur. Belki bir katamaranda arkadaşlarla, yanımıza güzel yiyecekler alarak bir gün geçirmek… Sonra biraz antikacılarda, mücevher dükkanlarında gezmek isterim. Pazara uğrayıp kumaş bakmak da çok keyifli olurdu. Yeni açılan çağdaş sanat galerilerini de gezmek isterdim. Adını hatırlayamadım, hani şu yeni galerilerin toplandığı mahalle var ya…
MC: Dolapdere mi? Kaosun ortasında sanat galerilerinin olduğu yerden bahsediyorsun sanırım.
Evet, tam olarak orası! Oraya giderdim. Bence İstanbul gerçekten büyülü bir şehir. O kadar özel ki… Dünyayı değiştiren olayların birçoğu orada yaşanmış. Hem tarihiyle hem de gizemiyle insanı içine çeken bir yer.
MC: Tekrar Gap’e dönecek olursak, sence bir kıyafetin hikayesi nerede başlıyor? Kumaşta mı, kesimde mi, yoksa onu giyen kişide mi?
Benim için her koleksiyonun başlangıç noktası kumaştır. Her zaman. İlham ve kumaş… Hep oradan başlarım. Sonra o malzemeyi alıp forma dönüştürürüm. Kumaşın vücut üzerindeki hareketini gözlemlerim ve bana ne anlattığını dinlemeye çalışırım.
Bazen minicik bir detayda, bazen de büyük bir deneyimde ilham bulmak mümkün.

MC: GapStudio’da sırada ne var? Şimdiden aklında şekillenmeye başlayan bir tema ya da his var mı?
Aslında şu an tam da o heyecanlı sürecin içindeyiz. Yeni koleksiyonun bu noktaya gelmiş olması çok heyecan verici. Özellikle sonbahar ve yılbaşı sezonuna doğru ilerledikçe bu heyecan daha da artıyor. Çünkü o dönemle birlikte dış giyim ve kombinlenebilir parçalar koleksiyonda daha fazla yer almaya başlıyor. Moda bakış açısı da bu noktada daha da derinleşiyor ve koleksiyonun anlatmak istediği hikaye netleşiyor.
MC: Tasarım açısından tercih ettiğin ya da sevdiğin sezon hangisi? Sonbahar/kış mı yoksa ilkbahar/yaz mı?
Her zaman sonbahar. Çünkü sonbahar gerçekten çok keyifli bir sezon. Üzerinde çalışabileceğiniz, farklı detaylarla oynayabileceğiniz çok daha fazla imkan sunuyor. Tabii ki sezonlar birbirine karışıyor ama sonbahar ekstra bir katman ekleyebilme şansı veriyor.
MC: GapStudio’nun “erişilebilir lüks” fikrini temsil ettiği söylenir. Sen bu kavrama nasıl yaklaşıyorsun? Günümüzde lüks nedir senin için?
Lüks, nadirliktir. En geniş anlamıyla… Bizim yaptığımız koleksiyonlar büyük miktarlarda üretilmiyor. Her bir koleksiyon, severek saklanacak, dolaplarda özel yerini alacak şekilde tasarlanıyor ki bence burada kilit nokta bu. Yani, bir kere tükendiğinde bir daha bulunmuyor. Benim için lüksün en saf hali bu. Ve bu, mutlaka en yüksek fiyat anlamına gelmek zorunda değil. Erişilebilirlik ise, Gap’in muhteşem üretim teknikleriyle yaratıcı tasarımı ve kaliteli malzemeyi bir araya getirebilmesinden geliyor.
Fotoğraflar: Gap @gap