Ruh Sağlığı

20’li yaşların görünmeyen krizi: Kendini ararken daha da kaybolmak

“En güzel çağın bu!” 20’li yaşlara girdiğim andan itibaren etrafımdan en çok duyduğum cümle buydu. Ama içimden geçen hep şuydu: “O zaman neden bu kadar karışık hissediyorum?”

20’li yaşlar dışarıdan bakınca parlak görünür: özgürlük, enerjik olma hali, bitmeyen ihtimaller… Ama gerçek hayatta çoğu kişi için bu dönem, kimlik krizleri, yalnızlık, anlam arayışı ve “Neden hala yolumu bulamadım?” hissiyle geçer.

20’li yaşlarda hissedilen belirsizliğin nedenleri

Psikolojide bu geçiş “beliren yetişkinlik” (emerging adulthood) olarak tanımlanır. Ne tam bir çocuksundur, ne de bütünüyle yetişkin. Roller değişir, aidiyetler sorgulanır, dışarıdan gelen beklentilerle içten gelen sorular çarpışır. “Ne yapacağım?”, “Kim olacağım?” gibi sorular daima akıldadır ama cevapları genelde yoktur.

Harvard’ın 2024 tarihli On Edge raporu, ABD’deki genç yetişkinlerin %36’sının anksiyete, %29’unun depresyon yaşadığını gösteriyor. Gen Z kuşağı, “en eğitimli ama en endişeli nesil” olarak tanımlanıyor. Batı’da yapılan araştırmalara göre gençlerin %51’i her hafta kaygı belirtileri yaşıyor. Aynı dönem içinde, “kendini iyi hissetme hali” (flourishing) önceki kuşaklara göre gözle görülür biçimde düşmüş durumda. Son yıllarda Türkiye verileri de benzer bir tablo çiziyor. İstanbul’daki bir üniversite çalışmasında 15–25 yaş aralığındaki öğrencilerin %30,1’inde depresyon, %25,2’sinde yaygın anksiyete bozukluğu görülmüş. Pandemi süreciyle birlikte anksiyete oranları %62’ye kadar çıkmış, sonrasında da %39 civarında seyrederek hala yüksek düzeyde kalmış. Ayrıca Türkiye, 2025 Dünya Mutluluk Raporu’na göre 143 ülke arasında 98. sırada yer alıyor; özellikle 30 yaş altı gençlerin mutluluk düzeyleri olumsuz etkilenmiş durumda.

Ama bu sadece bireysel bir hikaye değil, evrensel bir tablo. 2025’te yayımlanan Gen Z Wellbeing Index raporuna göre gençlerin %58’i hayatında anlam eksikliği hissediyor, %44’ü kendini değersiz buluyor. Yani kaybolmuş hissetmek, zannettiğimizden çok daha yaygın bir deneyim. Yine de çoğu zaman sessiz yaşanıyor.

“Geç kalmışlık” hissi neden yaygın?

Bu tabloyu etkileyen bir diğer faktör, toplumsal beklentilerin değişimi. Bir zamanlar yetişkinliğin kilometre taşlarına 20’li yaşların başında ulaşılırken bugün “25 is the new 21” anlayışı konuşuluyor (Scientific American, 2024). Kariyer, evlilik, ev sahibi olma gibi hedefler giderek daha ileri yaşlara erteleniyor. Dolayısıyla “geç kaldım” hissi, aslında zamana değil, hâlâ eski başarı ölçütlerine göre kendimizi değerlendirmeye dayalı bir yanılsama. Nörobilim de bu gecikmenin doğal olduğunu gösteriyor: İnsan beyni karar verme ve duygusal düzenleme gibi işlevlerde 25 yaşına kadar gelişimini sürdürüyor (National Institutes of Health, 2023). Yani “henüz bilmiyorum” hissi, çoğu zaman bir eksiklik değil, biyolojik ve psikolojik gelişimin bir parçası.

Kısacası, kaybolmuş hissetmek sandığın kadar “sana özel” değil. Hatta oldukça yaygın. Ama yeterince konuşulmuyor.

Artık yaygın bir şekilde duyduğumuz “30’lar yeni 20’ler” söylemi, bu yavaş ilerleme döneminin sosyal ve psikolojik sonuçlarını temsil ediyor. Gen Z bireyleri, çoğu geleneksel yetişkinlik dönüm noktasına -evlilik, ev sahibi olma, kariyer sabitleme gibi– 30’lu yaşlarda ulaşıyor. Bu kayma, sadece yıllık bir gecikme değil, yaşam rotasının yeniden şekillenmesi anlamına geliyor.

Bu bağlamda, 20’li yaşlarda yaşanan kimlik ve aidiyet arayışı, aslında “erken yetişkinlik krizinden” çok daha geniş bir zaman diliminin parçası. 30’lu yaşlar, bir zamanlar hızla geçilmesi beklenen bir geçiş alanı iken şimdi kendine has zamanlaması olan ve bireyde pek çok içsel dönüşüm başlatan yeni bir başlangıç olarak kabul ediliyor

***

Benim 20’li yaşlarım, dışarıdan bakınca “başarılı” sayılabilecek şeylerle doluydu.
İyi okullar, Londra’da yaşam, dolu bir takvim, etkileyici projeler, parlak referanslar,  yurtdışı tecrübesi…
Ama içeride başka bir şey vardı:
Hiçbir şey bana ait gibi gelmiyordu.Aldığım kararlar, ilişki dinamikleri, yaptığım işler…
Sanki biri bana bunlar “başarı” demiş ve ben de denemişim gibiydi.
Gelişiyor gibi görünüyordum ama aslında kendi sesimi kaybediyordum.Ve bu o kadar yavaş oluyordu ki, fark ettiğimde çoktan yalnız hissediyordum.

Bugün baktığımda anlıyorum: Kendimi “bulmak” istememin sebebi, aslında hep eksik hissetmemdi.
Daha güçlü, daha bilge, daha başarılı olmaya çalışıyordum.
Ama bu çabanın altında yatan duygu, şu cümlede gizliydi:
Olduğum hâlimle yeterli değilim.

Kendini geliştirmek elbette güzel. Ama gelişim, eğer sürekli bir “kaçış”a dönüşürse, o zaman başka bir yara açar: Hiçbir zaman yeterli olmama hissi. Bugün sosyal medya, podcast’ler, kitaplar hep aynı mesajı veriyor: “Daha fazlası olabilirsin.” Peki ya olduğumuz hal? Peki ya hiçbir şey olmamaya da alan açmak?

O zamanlar bunun farkında değildim. Kaybolmuş olmak beni geç kalmış, başarısız ve eksik hissettiriyordu. Ama şimdi anlıyorum ki, o kaybolmuşluk hâli, aslında beni kendime en çok yaklaştıran dönemdi. Çünkü hiçbir dış tanımın beni tatmin etmediği yerde, şu sorular doğmaya başlar: “Ben kimim?” “Kime dönüşmeye çalışıyorum?” “Bunu gerçekten ben mi istiyorum, yoksa onaylanmak için mi?”

Bu soruların cevabını hâlâ her zaman bilmiyorum. Ve bazı cevapların sadece zamanla geleceğini kabullendim.

Eğer bu satırları okurken sen de benzer şeyler hissediyorsan;
Etrafındaki herkes ne yaptığını biliyormuş gibi görünüyorsa ve
Sen hâlâ yolun başındaymış gibi hissediyorsan…
Bil ki yalnız değilsin.
Bu senin geri kaldığın değil, kendin gibi olmaya çalıştığın anlamına gelir.
Ve bu, düşündüğünden çok daha kıymetli.

20’li Yaşlardaysan: 5 Küçük Hatırlatma

1. Cevaplara değil, sorulara sahip olman yeter.
Herkes yolunu bulmuş gibi davranabilir. Ama kimse iç dünyanda neler döndüğünü senin kadar bilemez.

2. “Yeterli olmak” için çabalamak değil, olduğun hali anlamak güç verir.
 Kendini sürekli düzeltmeye çalışmak, çoğu zaman içten gelen bir eksiklik hissinin sonucudur. Ama bazen en çok ihtiyaç duyduğumuz şey değişmek değil, olduğumuz hâli sevebilmektir. “Eksik hissediyorum” dediğinde hemen bir çözüm aramak yerine, o eksikliği bir süre sadece dinlemek de bir güçtür. Çünkü çoğu zaman asıl iyileşme, “neden böyle hissediyorum?” sorusunu sormakta yatar.

3. Sosyal medyada herkesin cevabı var gibi görünür. Sana “herkes hayatını kurmuş, ben hala yerimi bulamadım” gibi gelen o anlar, aslında çoğu kişinin iç sesi. Sosyal medyada gördüğün başarılar, aşklar, seyahatler… bunlar çoğu zaman bir hayatın küçük, parlatılmış anları. Gerçek hayat sessizdir. Ve çoğu zaman en büyük değişimler Instagram’a konmaz. O yüzden gördüğünle hissettiğin arasında denge kurmayı öğrenmek, zihinsel sağlığın için büyük bir adımdır.

4. Kaybolmak, yön bulmanın ilk adımı olabilir.
Zihinsel olarak “kaybolmuş” hissettiğin o anlar, aslında geçmişin çözüldüğü ve yeninin henüz şekillenmediği eşiklerdir. Belirsizlik rahatsız edicidir, ama içgörünün filizlendiği yer tam da orasıdır. Bazen “bilmiyorum” diyebilmek en dürüst, en güçlü cevaptır. Ve bazen yolunu bildiğini sandığın yer, seni kendinden en çok uzaklaştıran yer olabilir.

5. Kendine nezaketle yaklaş.
 Zihninde ne kadar çok hedef varsa, içinde o kadar baskı olabilir. Ama senin bu dünyaya geliş amacın sürekli üretmek, başarmak ya da kendini kanıtlamak değil. Bazen sadece kendine eşlik etmek yeterlidir. Zorlandığında “Neden böyleyim?” diye sorgulamak yerine, “Bu halimle nasıl kalabilirim?” diye sormak içten gelen bir dönüşüm başlatır. Kendine iyi davranmak, bir lüks değil,  kök salma halidir. Bu hayatta sana en yakın insan sensin. Kendine sadece eşlik et. Kendinle yumuşak, nazik, sabırlı konuşmayı seç.

Fotoğraf:  Jen Hitchings – Taurus (Barberries) eseri

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Sezgisel beslenme nedir?: Bedeninizle yeniden tanışın

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.