Ruh Sağlığı

Duygularımızı biz mi seçeriz?

“İnsan, başına gelenler değil; onlara karşı takındığı tavırdır.”
– Viktor E. Frank

Hepimizin zaman zaman kendine sorduğu o temel sorular vardır: “Neden buradayım?” ve “Bunları neden yaşıyorum?” Bu sorular duygularımızla kurduğumuz ilişkinin de bir yansımasıdır. Çoğu zaman yaşadığımız olayların, karşılaştığımız insanların ya da hayatta başımıza gelen şeylerin duygularımızı belirlediğine inanırız. Üzgünsek, biri bize kötü davrandığı içindir. Kızgınsak, bir haksızlık yaşadığımızdandır. Ancak bu düşünce biçimi, sorumluluğu dışsal etkenlere yüklerken, iç dünyamızla olan bağımızı zayıflatır.

Duygular tesadüf değildir

İlk duyduğumuzda rahatsız edici gelebilse de hissettiğimiz duygular ve davranışlar bizim seçimimizdir.
Bu düşünce, olaylar karşısında yaşadıklarımızın sorumluluğunu bize yükler. Bu noktada konfor alanımız sarsılır. Çünkü bir ilişkide kalmayı da, ayrılmayı da biz seçeriz. Üzülmeyi, sevinmeyi, beklemeyi ya da gitmeyi… Bunlar yalnızca dış dünyanın etkisiyle değil, aynı zamanda bizim bilinçli veya bilinçdışı tercihlerimizin sonucudur.

Aynı olayı yaşayan iki insan düşünelim. Birisi büyük bir öfke duyarken diğeri sadece üzülür. Hatta bir başkası bu olaya gülüp geçebilir. Olay aynı olsa da duygu farklıdır. Çünkü hissettiğimiz duygu, olaydan çok, bizimle ilgilidir. Örneğin, aynı olayı yaşayan iki bireyin çok farklı duygusal tepkiler vermesi, duyguların yalnızca çevresel koşullardan kaynaklanmadığını, bilişsel süreçlerin de bu deneyimi etkilediğini göstermektedir. Bu fark, bireyin geçmiş deneyimleri, inanç sistemleri ve öğrenilmiş baş etme stratejileriyle yakından ilişkilidir.1

Duygularla savaşmak değil, onlara yer açmak

Duygular ilk etapta bilinç dışı bir şekilde ortaya çıkar. Aniden bir olay yaşarız ve o olay karşısında öfke, korku, sevinç ya da utanç gibi duygular belirir. Bu noktada duyguların kendisi değil, onlarla nasıl ilişki kurduğumuz belirleyici olur.

Bir duyguyu bastırmaya çalışırsak, daha da büyür. Ondan kaçtıkça bizi daha fazla kovalar. En sağlıklı yaklaşım, o duyguyu kabullenmek ve ona yargısız bir şekilde yer açmaktır. Yani duyguyla savaşmak yerine onu görmek, tanımak ve gerekirse ifade etmek.

Sorumluluk almak: Duygusal olgunluk

Duygularımızın sorumluluğunu almak, duygusal olgunluğun en önemli adımıdır. Bu, ne hissettiğimizin suçlusu olarak kendimizi ya da başkalarını görmek yerine, hislerimizi kabul etmek ve onları anlamaya çalışmak demektir. Sorumluluk almak demek, “Ben bu durumda böyle hissetmeyi seçiyorum, çünkü bu duygu bana bir şey anlatıyor” diyebilmek demektir. Bu farkındalıkla yaşamak, hem kendimize hem de çevremizdekilere karşı daha sağlıklı ilişkiler kurmamıza yardımcı olur.Duygusal farkındalık geliştikçe birey, duygularını yalnızca dışsal olaylara bağlamaktan vazgeçer. Bu da bireyin yaşam deneyimleri üzerindeki öznel etkisini fark etmesine ve “duygusal sorumluluk” bilinci geliştirmesine katkı sağlar.

Bu farkındalık:

  • Başkalarını suçlamayı bırakmayı,
  • Kendine karşı şefkatli olmayı,
  • Duygusal düzenleme stratejilerini geliştirmeyi mümkün kılar.

Bu süreçte sorulacak iki temel soru öne çıkar:

  1. “Bu duygu benimle ilgili ne söylüyor?”
  2. “Bu duyguyu seçmemin altında yatan düşünce nedir?”

Bu tür sorular bireyin içgörü kazanmasını sağlar ve terapötik süreçlerde sıkça kullanılan duygusal çözümleme araçlarındandır.

Duygularınıza yer açın

Hayat, karşımıza her zaman kontrol edebileceğimiz olaylar çıkarmayacak. Ama biz, bu olaylar karşısında nasıl hissedeceğimizi ve nasıl tepki vereceğimizi seçebiliriz. Bir duygu geldiğinde ona direnmek, onu daha da büyütür. Onu anlamaya çalışmak ise dönüştürür. Duygularınızı suçlamayın. Onları dinleyin. Çünkü her biri, sizi siz yapan yolculuğun bir parçasıdır. Duygularla mücadele etmek yerine onları kabul etmek ve duygulara açıklama aramadan yer açmak, Mindfulness temelli terapötik modellerde, duygularla savaşmak yerine onları gözlemlemek ve kabul etmek, psikolojik sağlamlık açısından daha işlevsel bir yol olarak görülmektedir.2

  1. Ellis, A. (1962). Reason and Emotion in Psychotherapy. Lyle Stuart. ↩︎
  2. Hayes, S. C., Strosahl, K. D., & Wilson, K. G. (1999). Acceptance and Commitment Therapy: An Experiential Approach to Behavior Change. Guilford Press. ↩︎

Fotoğraf: Unsplash

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Sağlıklı ilişkinin 7 temel işareti

Marie Claire Bülten

Stil ve düşüncenin buluştuğu bu evrende; sezonun öne çıkan görünümleri, radarımıza giren kitaplar, editörden notlar ve kültürel dünyamıza heyecan katan detaylar e-posta kutunda seni bekliyor. Marie Claire evrenine katıl, kendine iyi gelenleri kaçırma.